Aras’ın kuşatılmış incisi Nahçıvan
Piyanist Gülsin Onay, geçen ay konser vermek üzere Nahçıvan'a gitti, iki gün kaldı, izlenimlerini yazdı.
Özerk Cumhuriyet Nahçıvan, Ermenistan, İran ve Türkiye’yle çevrili bir kara parçası. Azerbaycan’la arasında boydan boya Ermenistan uzanıyor. Azerbaycan sınırına en yakın noktada bile, anayurduna
Genellikle seyahate çıkacağım gün haritaya bakar, gideceğim şehrin uzaklığını, çevresini incelerken kendimi bu yolculuğa hazırlarım. Çok iyi bildiğim yerler için bile bu hazırlığı yaparım, hele ilk gidişimse önce haritadan keşfetmek ve gözümde canlandırmaktan çok hoşlanırım.
Sevgili dostum Ayhan Enginar, Nahçıvan’a başkonsolos atanıp eşi Lilian ile birlikte beni beklediklerini, Bakü ile bağlantılı bir turne düzenlemek istediklerini söyleyince hemen kabul ettim. Nahçıvan hakkında pek bilgi sahibi değildim doğrusu. Kısa sürede fark ettim ki pek çok kişi benimle aynı durumdaydı. Orada konser vereceğimi söylemenin yarattığı şaşkınlık, bunu her fırsatta tekrarlamama neden oldu; soru işaretleriyle dolu gözler eğlenceli minik bir oyuna dönüştü neredeyse benim için. Bu arada Nahçıvan’la ilgili bilgi de topluyor, pek çok şey öğreniyordum. Bu konuda en faydalı bilgiyi başkonsolosumuzun ilettiği iki internet sitesinde buldum. (nahcivan.bk.mfa.gov.tr ve www.nakhchivan.az) Yola çıktığım gün artık aşinaydım kente.
SINIR DOSTLUĞU ENGELLEMİYOR
İstanbul’dan Kars’a uçarken batıdan doğuya, akımın tersine gittiğimizi hissettim. Kars’tan Iğdır’a iki saatlik otomobil yolculuğu ise ıssız bir romantizm yaşattı bana. Karla örtülü dağların ortasında yeni yeşeren çimenler sert kayaları örtmeye çalışıyordu. Tabiatla aramızda sadece yol ve elektrik tellerinin bulunduğu manzara insanı hayallere sürüklüyordu... Bu denli büyük bakir alanları gördüğüm yerler arasından Patagonya ve Moğolistan’ı hatırladım. Nihayet tepeden Aras Nehri ve öte yakasında bir kilise göründü. Halıkışla adındaki minik köyde verdiğimiz molada çaylarımızı yudumlarken köylülerle sohbet ettik. Karşıdaki Ermeni köyün halkıyla dere başında buluşup konuştuklarını anlattılar. Tuzluca’da Tuz Dağı’ndan geçerken, Nahçıvan’da da aynı isimde bir dağ olduğunu öğrendim. Başbakan Tayyip Erdoğan, ziyareti sırasında Tuz Dağı yakınındaki bir otelde kalmıştı. Bu davdaki tedavi merkezinde özellikle askıma karşı etkili tedavi uygulandığını öğrendim. Başkonsolosumuz Ayhan Bey beni Iğdır’da karşıladı. Yine karayoluyla Nahçıvan’a geçtik. Bir diğer güzergah İstanbul’dan Bakü’ye ve Bakü’den Nahçıvan’a uçak olabilirdi. Ancak Ayhan Bey onun daha uzun sürdüğünü, yorucu olduğunu belirterek önermemişti. Zaten Kars’tan itibaren yaptığım kara yolculuğu benim için çok güzel bir değişiklik oldu. Ülkemin taşına, toprağına bir kez daha vurulmamı sağladı!
HASRET VE ÜMİT KÖPRÜSÜ
Iğdır’daki Dilucu Sınır Kapısı’na geldiğimizde radyoyu açtım. Bir anda Farsça, Azerice, Ermenice, Türkçe arasında gidip gelen yayınlar doldurdu aracın içini! Nahçıvan sınırında bir demir köprü var ırmağı aşıp bizi birbirimize bağlayan: Biz “Hasret Köprüsü” demişiz adına, onlar “Ümit Köprüsü...”
Normalde Azeri sınırından durmadan geçiliyormuş ama ben Bakü’den çıkış yapacağım için sorun olmasın diye pasaportumu onaylatmamız gerekti. Hâl böyle olunca da gümrük müdürü neredeyse resmi karşılama yaptı. İkramlarda bulunmadan bizi bırakmadı. Bu ihtimam tüm turnem boyunca devam etti; devlet misafiri muamelesi gördüm. Hem Nahçıvan’da hem Bakü’de karşılaştığım misafirperverlik ve kültüre verdikleri önem beni çok ama çok etkiledi.
Nahçıvan’daki konserimden sonraki sabah, dışarı çıktığımda fırtına ve yağış vardı. Ona rağmen düzenliliği, temizliği ve yeşil çevresiyle çok güzel görünmüştü gözüme. Şehrin neresinde olursanız olun bir yerlerden dağları görüyorsunuz; sanki bir İsviçre vadisindesiniz ama Doğu kültürü de buram buram havada... Özellikle Haça Dağı, ortasındaki yarıkla olağanüstü bir görüntü sergiliyor. Onların Tufan Efsanesi versiyonuna göre, bu dağ yarılıp Nuh’un Gemisi’ne yol vermiş ve o yarıktan geçen gemi Ordubad kenti yakınlarındaki Gemiqaya’ya çıkmış. Nuh Çıkan’dan geldiği de söyleniyor Nahçıvan adının. Şehirdeki evler akça pakça taşlardan, aydınlık çehreleriyle ferah bir atmosfer yaratıyor. Çok az otomobil olduğu için trafik illeti hiç yok. Zaten küçükçe bir şehir ve hemen çıkışlara ulaşıp doğaya kavuşabiliyorsunuz.
Başkonsolosumuz Ayhan Enginar ile bir kır lokantasına gidip adeta sosyetik piknik yaptık! Çayır çimenlikte, kelli felli sofralarda, dağlara karşı nefis yemekler yedik: taptaze salatalar, sebzeler ve mangalda etler... Aylardır ilk kez stresin hayatın içine sızmadığı, keyifli saatler geçirdim.
KÖROĞLU KILICIYLA ŞEHRİ KORUYOR
Bakü’ye geçmeden önce bir gün daha kaldım Nahçıvan’da. Şansıma bahar havası vardı. Tam bir tatil günü yaşadım. Şehrin tarihi, turistik yerlerini gezdik; müzeleri çok beğendim. Mümine Hatun Türbesi’nden ise özellikle etkilendim. Şehirde Dede Korkut ve Köroğlu’nun heykellerini görmek de beni çok duygulandırdı. Azeriler de bu iki önemli figürü bizim kadar kendilerinin kabul ediyor. Dede Korkut heykeli 1999’da kitabının 1300’üncü yıldönümü şerefine dikilmiş; çok güzel bir meydanda sanki masallarını yine anlatmak için etrafına toplanacakları bekliyor. Halk kahramanı Köroğlu da kılıcı elinde, şahlanmış atının üstünde şehri koruyor adeta...
Başkonsolosumuz Ayhan Enginar, Nahçıvan için “Geleceğin Andorra’sı” diyor. Bu tespitinde haklı çıkarsa dağların arasındaki bu özerk cumhuriyet, bir nevi arka bahçemiz, bölge için önemli bir konuma ulaşabilir... Nahçıvan’dan Bakü’ye gitmek üzere ayrılırken kardeşlerimizin sıcak hatıralarını, gösterdikleri yakınlığı, beni uzun süre besleyecek manevi zenginlikler olarak kalbimde götürüyordum.
TAŞLARA KAZINMIŞ SEVGİ
13’üncü yüzyılda Kızıl Arslan ’ın, annesi Mümine Hatun adına Acemi bin Ebu Bekir tarafından yaptırılan Mümine Hatun Türbesi çok etkileyici. O devasa anıtın her santimetrekaresinde erken kaybedilen bir eş, bir anneye sevginin ifadesi öyle güçlü ki, acaba 30’lu yaşlarında ölen Mümine Hatun kısacık yaşamında bu sevgiyi hissetmiş midir, diye düşünmeden edemedim. Tac Mahal’i ziyaret ettiğimde de aynı güçlü sevgi iliklerime işlemişti. 1186-1187 yıllarında yapılan bu kulesel mezar, dış cephesindeki yüksek nişleri, oya gibi işlenmiş hatları ve süslemeleriyle sadece Selçuklu mimarisinin değil Türk türbe mimarisinin bir başyapıtı sayılıyor. Ön cepheye çok zarif bir yazıyla şu cümleler kazınmıştı: “Biz gideriz, ancak kalır rüzgar. Biz ölürüz, eser kalır yadigar.” Türbenin içinde Mümine Hatun’un büyük bir tablosuyla karşılaştım. Kocaman siyah gözleri, siyah saçları, pamuk gibi yanakları ve oldukça dekolte hoş elbisesiyle görkemli bir güzelliğe sahipti. Hayran kaldım.
KÜLTÜR BAKANI PİYANO ÇALDI BEN DİNLEDİM
Nahçıvan’daki ilk sabahımda, konser öncesi prova yapmak üzere Heydar Aliyev Sarayı’na gittiğimde kapıda beni Kültür Bakanı Sarvan İbrahimov karşıladı ve bizzat gezdirdi. Hayranlık uyandıran bir bina... Salonun akustiğini denemek istediğimde, sahneden inip koltuklara oturdum. Bakan İbrahimov, piyano çaldı! Bunun beni ne kadar şaşırtıp mutlu ettiğini tahmin edersiniz! Akşam 1000 kişilik salon tıklım tıklımdı. Başbakan Yardımcısı Terane Guliyeva konser öncesi kulise geldi. Nahçıvan’da Türk TV’lerinin, özellikle TRT’nin çok izlendiğini, beni defalarca TV’de izlediğini, çok sevdiğini söyledi. Guliyeva’nın 11 yıl piyano çalıştığını ve koro şefliği yaptığını öğrendiğimde artık şaşkınlığımı gizlemekte zorlanarak bugüne kadar konser verdiğim 63 ülke arasında başbakan yardımcısı ve kültür bakanı piyano çalan hangileriydi diye zihnimi taradım. Böyle bir devletin tüm kadrosu, başbakanı ile başı da tabii ki konserdeydi ve Âli Meclis Başkanı Vasif Talıbov yukarıdaki özel çalışma odasında beni ağırlayarak övgüler yağdırdı.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.