1. HABERLER

  2. GÜNCEL

  3. Arpaçay Ucubesi...
Arpaçay Ucubesi...

Arpaçay Ucubesi...

Av. Erkan Karagöz kaleme aldı...

A+A-

Buradan yetkililere bir çağrıda bulunmak istiyorum: Bu kalıntının bir inşaat molozu olduğundan, kültürel tarihsel bir değeri olmadığından eminseniz eğer, o zaman izin verin, bu kalıntıyı bulunduğu yerden alıp başka bir yere taşıyayım. Evet, ben bu taşa talibim.

Önce bir haber. Dumanı üstünde bir haber.  Haberin konusu Kültür Bakanı ve Yazma Eserler Başkanı Doç.Dr. Muhittin Macit arasında geçen bir diyalog. Bir tarafta Kültür Bakanımız var.  Süleymaniye’de incelemeler yapıyor,  yanında da işin sahibi olması gereken, işinin uzmanı edalarında gezen bir zat-ı muhterem;  Doç. Dr Süleyman Macit. Bakan bey doğal olarak soruyor, taşın üstündeki motiflerin ne anlama geldiğini; mezarda yatan zatın hangi kademede bulunduğunu gösteren motifi gösteriyor. Sonuç, haberde olduğu gibi: “Kanuni Sultan Süleyman Türbesinde bulunan, mezar taşlarını inceleyen Bakan Günay, bir mezar taşının üzerindeki motiflerden devletin hangi, kademesinde olduğunu öğrenmek isteyince, yanında bulunan Yazma Eserler Başkanı Doç. Dr. Muhittin Macit zor anlar yaşadı. Bir süre mezar taşını inceleyen Macit, "Şu çiçekli mezarı anlat bana bakiyim" diyen Bakan Günay'a cevap veremedi. Kısa bir süre mezar taşını inceleyen Macit'in cevap veremediğini gören Bakan Günay ise, "Çaktın sınıfta kaldın. Mahvoldun Hoca" dedi. Doç. Dr. Macit ise, "Yok sayın Bakanım, bu biraz şey yazı" cevabını verdi. Bakan Günay, cevap veremeyen Doç. Dr. Macit'e "Haydaaa" diyerek tepki gösterdi.” (27 Temmuz 2011-bütün gazeteler) Allah kabul etmesin;  bu Yazma Eserler Başkanı, eğer yanılmıyorsam; utanmıyor ve hala devletten maaş alıyor. Biraz duruşu olan biri, basardı istifayı. Hiç kimse de bunu talep etmiyor;  hazrette oturmaya, işgal etmeye devam ediyor o makamı.

Bu habere yer vermemin nedenini son günlerde yazdığım yazılardan anlıyorsunuz elbet. Yine de bir kez daha belirtmeliyim ki bu haber; bir işten anlarsak üstümüze kalır kültürüyle hiçbir işten anlamamayı, sorumluluk almamayı marifet belleyen bir takım efradın yaptığı gibi; ya da herkes kendi işine baksın, diyen ve böylece kendilerinin sırt üstü yatmaların meşrulaştıran veya meşrulaştırdığını zannedenlerin tezlerine gölge düşürecek nitelikte bir haber.

Sadece bu haber bile benim müdahil olmamın nedenidir. Yani sadece benim değil, herkesin, her alanda üstüne düşenleri “arttırması”, deyim yerindeyse, burnunu sokmasını gerektiriyor.

Eğer siz her şeyi atanmış, görevlendirilmişlere havale ederseniz, en azından kendi gözlem gücünüzü ve müdahilliğinizi geliştirmemişseniz, yani bizim olayımıza indirgersek, kentinizin değerlerine sahip çıkmıyor ve yakından ilgilenmiyor, birilerinin ilgilenmesini bekliyorsanız, geç kalmış olabilirsiniz.

Bence atanmışların, görevlendirilmişlerin de bundan gocunmaması gerekiyor. Tersine, gözlerinden kaçmış olanları göstermek, onları teşvik etmek açısından, memnun bile olmalılar.

Siz sanıyor musunuz ki, Taşköprü köyündeki Urartu kralı Argişti oğlu Sarduri’nin yazıtını bilim adamları, uzmanlar buldu? Tersine, bulup, ihbar eden o köyün insanlarıdır.

Her neyse. Gelelim Kültür ve Turizm müdürlüğü aracılığıyla vermiş bulunduğum dilekçeye ilişkin 15.7.2011 tarihli ve 700/1880 sayılı yanıta dayanak alınan rapora.

Biri sanat tarihçisi diğeri arkeolog iki bilirkişiden oluşan heyet in verdiği rapor iki bölümden oluşuyor.  Birinci bölüm söz konusu dikilitaşla, ikinci bölüm ise kaleyle ilgili.

Kale konusunda,  “...kale Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 04.1l.20l1 tarih ve 2052 sayılı kararı ile tescil edilerek koruma altına alınmıştır.” Diyor. Üst yazı olmasa,  daha tesciline 3 ay olduğu sanılacak. Özensizlik böyle bir şey.

Demek ki benim değindiğim gibi, 2009 yılı Kars Kültür Envanterine girmemiş olan kale, neden sonra fark edilerek, 2010 yılında tescil edilmiş. Önemli olan bu. Neyse bu kale faslını geçiyorum.

Gelelim şu bizim Arpaçay ucubesine çevrilen dikilitaşa;  ya da balbala;  ya da ne derseniz deyin ona: Tartışmalar, incelemeler ve rapor bu kocaman kütleyi, Arpaçay’ın Ucubesi yaptı bile. Bu konuya ilişkin yazılardan, Arpaçay’da yaşayan okurlarımdan gelen haberlere bakarsanız,  şimdiden epey bir ziyaretçisi oldu bile.

Rapor emir buyuruyor ki bu bir betonarme kalıntıdır. “Tarafımızdan incelenen betonarme malzemenin harç katkı maddesi ile içindeki taş malzeme dikkatte alındığında bu malzemenin bir köprü ya da benzeri bir yapının parçası olduğu, bu parçanın da bütün olarak buradan alınıp toprağa dik bir şekilde gömüldüğü anlaşılmış ayrıca kullanılan malzeme (çimento, kireç vb.) bakımından da arkeolojik bir taşınmaz kültür varlığı özelliğine sahip olmadığı görülmüştür.”

Bu denli iddialı bir rapor görmedim dersem yeridir

İddiadan da öte bir buluş bu: Çünkü sayın bilirkişiler, tam ortasından tek bir demir çubuk çıkan dünyadaki ilk betonarmeyi bulmuşlardır!

Rapora karşı son bir kez diyeceklerimi, posta yoluyla sayın Kültür ve Turizm Müdürlüğü’müze ilettim. Orada kaleme aldıklarımı, biraz daha farklı bir dille de olsa sizlerle paylaşıyorum. Asıl yapacağım şey ise bu karara karşı yargı yoluna gitmek. Bakalım ne olacak.

Yine de son bir kez buradan soruyorum: Ey sayın yetkililer; peki ya bu kalıntı, sandığınız gibi, size kabul ettirilmeye çalışıldığı gibi bir yapı kalıntısı değilse?  Peki ya varılan ilk izlenim yanıltıcıysa?  Macit hoca gibi,  “ya bu taş da biraz şey”di mi diyeceğiz.

—Yukarıya aktardığım gibi, Bilirkişi raporunun ön kabulü, adı geçen kütlenin betonarme bir inşaat kalıntısı olduğu yolundadır. Ancak nedense bu kanıya nasıl vardıklarını yazmamışlar; ben yazayım. Bir kalıntının bir betonarme kalıntı olup olmadığını anlamanın en basit yolu, oluşan malzemenin içindekilere bakmaktır. Eğer içinde harç malzemesi, çakıl ve de Demir iskelet varsa o betonarmedir. Eğer bu insan eliyle yapılmış malzemenin içerisinde demir yoksa o zaman da “beton”dur.

Ancak bilirkişi ısrarla beton değil, betonarme olduğunu iddia etmektedir. Bense bunun bir konglomera kayacı olduğunu söylemişim. Eminim ki bilirkişiler jeoloji bilgileri olmadığından; ama daha çok da benim ne dediğimi pek önemsemediklerinden, dikkate bile almamışlar bu söylediğimi.

Ön yüzeyi insan eliyle yontularak düzleştirilmiş olan bu kütlenin yapısına bakarak dış görünümüyle yetinmek insanı yanıltıcı sonuçlara ulaştırabilir.

Taşa dışarıdan baktığınızda; sizler bile, içinde kireçtaşlı ve demir oksitli bileşimleri olan, betonsu bir yapı gösteren ve aslında hiçbir betonarme malzemenin birkaç yıl bile bir arada tutamayacağı büyüklükte kaya parçaları da bulunan,  üstüne üstlükte tepesinden bir demir parçası çıkmış bulunan bu kalıntının bir betonarme yapı kalıntısı olduğunu söyleyebilirsiniz. Bilirkişiler de öyle yapmışlar.

Bence erken ve hatalı karar vermişler: Çünkü ben bu kalıntının tarihsel bir kalıntı olabileceğini öne sürmeden önce bu incelemeyi yaptırmıştım. Bir jeolog dostum, yaptığı inceleme sonunda bunun bir konglomera olduğunu söylemişti.

Peki ya tepesindeki demire ne demeli?

Öyle ya, doğal bir oluşumsa eğer, içinde demirin ne işi var?

Nasıl yer alır?

Diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Ben de sordum, sormakla kalmadım, yakından inceledim, görüntüledim. Eğer sayın bilirkişiler de benim yaptığım gibi yapmış olsalar; taşın tepesine çıkıp, ya da birilerini çıkartıp fotoğraflamış olsalardı; yani ayrıntılı ve yakından bir inceleme ve fotoğraflama yapılmış olsaydılar, bunun aslında betonarme bir yapı kalıntısının içindeki demirin veya çeliğin uzantısı değil, sonraki yıllarda;  muhtemelen daha çekme demirin bulunmadığı yıllarda, örste dövülerek yuvarlatılmış bir demir  parçasının, yine o zamanki teknoloji gereği  açılan deliğe  kurşun eritilerek  gömülmüş olduğunu görürlerdi. Muhtemelen Ruslardan çok önceleri, bu demir buraya yön levhası tutturmak için çakılmıştı. Yani o demir, oraya sonradan  “yerleştirilmiştir.”

Betonarme de ise; bir inşaatın yanından geçerken dahi görebileceğiniz gibi, demirler bir kafes gibi örülmek suretiyle içindeki harcı ve çakılları tutmak için kullanılır. Davranış itibariyle gevrek olan beton, sünek çelik ile güçlendirilerek kompozit bir yapı malzemesi olan betonarme elde edilir.”  (Bkz.Vikpedia.)  Yani betonarme denen yapı malzemesi, içinde kireç, kum, kimi moloz taşlar ve bunları bir arada tutmaya yarayan demir çubuklardan oluşur. Oluşturulan demir kafes, harç yapılarak dökülen malzemenin bir arada kalmasını sağlar. Burada ise böyle bir durum söz konusu değildir. Beton olduğu iddia edilen kütleyi bir arada tutan bir demir iskelet yoktur. Öyleyse bu kalıntı, raporun iddiasının aksine; betonarme bir yapı artığı değildir.

Bilirkişiler beton deseydiler, doğru olmamakla birlikte, daha mantıklı olurdu kanısındayım. Doğru olmazdı; çünkü geçen yüzlerce yıllık bir zamana rağmen, söz konusu kütle dimdik ayakta durmaktadır. Açık değil midir ki, demir kafesin olmaması halinde, bir beton kalıntı; hem de üç metreye yakın bir kalıntı,  mevcut doğa koşullarında çoktan dağılırdı.

Sayın bilirkişiler raporlarında, “ayrıca kullanılan malzeme (çimento, kireç vb.) bakımından da arkeolojik bir taşınmaz kültür varlığı özelliğine sahip olmadığı görülmüştür.” Demektedirler. Buna bir anlam veremediğimi söylemeliyim. Bilirkişilerin belirttiğinin aksine; bunun insan yapımı beton olması ihtimali dahi onu arkeolojik bir taşınmaz kültür varlığı olmaktan çıkartamayacağı gibi, tarihsel değerini küçültmez, azaltmaz; çünkü beton, insanlık tarihinde değişik uygarlıklar tarafından-Romalılar dahil- beş bin yıldır kullanılan bir malzemedir.

Gelin konglomera mı, sorusuna yanıt arayalım şimdi. Bilimsel literatürden çok özet olarak aktarmak isterim ki, konglomera kayacı,“kum ve çakılların basınçla birleşmesi ve zamanla sertleşmesi sonucu oluşan kütlelerdir. Antik Çağ'da özellikle sağlam olması istenen sütun gibi yapılarda kullanılmıştır.” molozların çimento durumuna dönüşmesiyle oluşan kütle. Yuvarlak görünümlü kırıntılı tortul kayaç”tır.” Vikipedia. Daha açıkçası, konglomera; “İrili ufaklı yuvarlak çakıllardan oluşan sedimenter kayaç olup, ince taneli çimento ile bağlanmıştır. Diğer bir deyişle; yuvarlanmış, köşeli yüzeyler göstermeyen çakıl veya kaya bloklarının doğal bir madde ile çimentolanmasından oluşurlar. Bu doğal çimento silisli, kireçtaşlı, demir oksitli olabilir.  Konglomeraları oluşturan büyük çakıllar, nehir ve derin derelerin ağzında, kıyılara yakın yerlerde, alüvyon yataklarında ve deltalarda yığılır. Konglomeralardaki çakıllar ekseriya kuvars, kireçtaşı ve kuvarsittir. Yuvarlanmış kayaçlardan oluşan bu çakıllar bazen magmatik, başkalaşıma uğramış yahut sedimenter kökenli olabilir.”(www.guvenmaden.com.) Yani konglomera, aslında doğanın oluşturduğu doğal bir beton yapıdır. Betonarmeden farkı;  bir, doğal olması, iki, içinde demir çubuk bulunmamasıdır. Elbette ki bu konu yargının önüne gelecek, yargı marifetiyle bu yapının daha ciddi olarak incelenmesi istenecektir.

Gönül isterdi ki daha ciddi bir inceleme yapılsaydı

Buradan yetkililere bir çağrıda bulunmak istiyorum:

Bu kalıntının bir inşaat molozu olduğundan, kültürel tarihsel bir değeri olmadığından eminseniz eğer, o zaman izin verin, bu kalıntıyı bulunduğu yerden alıp başka bir yere taşıyayım. Evet, ben bu taşa talibim.

Ben buradan yetkililere son bir kez sesleniyorum: Bu taş, resmini yayınladığım ve çok yakın bir bölgede yer alan ve 27.temmuz 2011 tarihinde bir dilekçe ekinde, diğer resimleriyle birlikte Kültür ve Turizm Müdürlüğümüze sunduğum diğer dikilitaşın varlığı da göz önünde tutulduğunda; biraz daha ciddi bir incelemeyi hak ediyor.

—Raporda yer alan, taşın önceki yeri konusundaki bilgiler ise hayali ve yanlıştır. Bizzat benim serhattv.com.tr sitesinde 14 temmuz tarihinde yayınlanan 2. Cevabi yazımda, bilinçli olarak yerini yanlış belirttiğim bu dikilitaşın yeri, aslında bulunduğu noktanın yirmi metre uzağıdır, ve yol yapımı nedeniyle yerinden çıkartılarak buraya taşınmıştır. O dönemin karayolları-Köy Hizmetleri değil- arşivinde bu bilgileri bulmak mümkündür. Oldukça açık söylüyorum: Bu taşın birkaç yüz metre uzaktan buraya getirildiğine dair tek bir tanık gösteremezler, mantığı da yoktur. Tahmini iki tonluk bir taşı yüzlerce metreden, kim, niye buraya taşır ki?

Buradan daha önceki iki yazımda yer verdiğim ikinci dikilitaşla ilgili olarak tüm ilgilileri göreve çağırıyorum. İlgililerin ve bilirkişilerin yaklaşımı ve kimi tarihçilerin tepkili çıkışları nedeniyle,  benim birkaç saatlik yüzey  taraması sonucu bulduğum  ve bu  dikilitaşın  çok yakınlarında  yer alan  diğer dikilitaşın  yerini de, aynı cevabi yazıda bilinçli olarak  söylemiş değildim. Çünkü garip bir üstenci, her şeyin iyisini biz biliriz, üstüne vazife olmayana ne karışıyorsun, edası ve havası hakimdi. 

Arsa sahipleri tarafından yerinden sökülerek, başka bir yere taşınan bu dikilitaşın,  blok bir kayadan oluştuğu yayınladığım ve kültür ve Turizm Müdürlüğüne gönderdiğim diğer resimlerden anlaşılmıştır umuyorum.

Sahi ne oldu; bulabildiniz mi o taşın yerini? Yoksa birilerinin, içinde define olabilir,  saçmalığıyla taşı parçalamalarını mı bekliyorsunuz? Unutmayın, böyle bir şey olursa bunun tek sorumlusu sizler olacaksınız.

Etiketler :
Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.