1. HABERLER

  2. GÜNCEL

  3. Ermenistan ile diyalog mümkün mü?
Ermenistan ile diyalog mümkün mü?

Ermenistan ile diyalog mümkün mü?

Ankara Ermenistan ile ‘sıfır sorun’ noktasına gelemedi. Bunun gerçekleşmesi için Ankara’nın isteği yeterli değil.

A+A-

Karar alma süreci Bakü’nün vetosunun kalkmasına bağlı. Bu da Karabağ’ın ve diğer Azeri topraklarının işgal altında olması nedeniyle imkansız…

 

Prof. Dr.  Süha BÖLÜKBAŞI

ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü

 

31 Ağustos 2009’da Bern’de parafe edilen protokollerle başlayan Türkiye-Ermenistan diyaloğu bilindiği gibi karaya oturmuş durumda. Geçen ilkbaharda Ermenistan parlamentosunun imzalanmış olan çifte protokolleri oylamaktan vazgeçmesi bu sürecin çıkmaz sokağa girmesinin tescili oldu. Bu kararda Ankara’nın Azerbaycan’ı küstürmemek için protokolleri Meclis Genel Kurulu’na getirmemesi önemli bir faktördü. Oysa sürecin başlangıcında -büyük ölcüde aşırı beklenti içine girilerek- çok önemli adımlar atılacağı düşünülmekteydi. İki ülke diplomatik ilişki kuracaklar, Ermenistan ortak sınırı “daha kesin” tanıyacak ve 1915 olaylarını tarihçilerin oluşturduğu bir komisyon inceleyecekti. Bu son madde konusunda Ermenistan kamuoyu isteksiz de olsa, Ermeni yönetimi diğer konularda çok arzu ettiği gelişmeler karşılığı kamuoyunu karşısına alabileceğini hesaplamıştı.

 

İki ülkenin sınırı 1993’te Ermeni kuvvetlerinin Dağlık Karabağ’ın da dışına taşarak bir dizi Azeri vilayetinin toprağını işgal etmeleri üzerine Ankara tarafından kapatılmıştı. Ermeni saldırıları ve genişlemesi karşısında özellikle Rusya’nın tepkisinden çekinen Türkiye, Azerbaycan’a askeri yardımı riskli bularak bu sembolik adımı atmakla yetinmişti. Geçen zaman içinde özellikle Ermenistan’ın ekonomik krizi bir türlü atlamamasının Erivan’ı daha uysal yapacağını hem Bakü hem de Ankara hesaplamışlardı.

 

O zamandan bu yana gelişmeler bu beklentilerin aşırı iyimser olduğunu gösterdi. Erivan’ın Ankara ile normalleşme isteği -Ankara ve Bakü’nün beklentisinin tersine- Karabağ konusunda yumuşamasına yol açmadı. 1990’lı yıllardan beri süregelen AGİT Minsk Grubu’nun arabuluculuk faaliyeti zaman zaman ümit vaadetse de Bakü ve Erivan’ın olmazsa olmazları karşısında her defasında başarısızlıkla sonuçlandı. Bakü’nün çözüm adına Karabağ’a çok geniş özerklik verme teklifleri Erivan’ın Karabağ’ı asla geri vermeme siyaseti karşısında başarısız kaldı. Bu nedenle Ankara’nın son yıllarda Erivan ile ikili ilişkileri Karabağ’da çözüm şartına bağlaması başından itibaren Ermenistan açılımını başarısızlığa mahkum etmekten başka bir şey değildi.

 

Muhalefetin ihanet söylemi

 

Ermenistan açılımı aşırı iyimser beklentilerin aksine hem başarısız kaldı, hem de Ankara’nın Bakü’yle ilişkilerini de ciddi bir bunalım ortamına soktu. Bakü Ankara hükümetini etkilemeye çalışmanın yanısıra Türkiye’deki muhalefet partileriyle işbirliğine soyunarak elini güçlendirmeye çalıştı. Muhalefet bu  girişimleri hükümeti köşeye sıkıştırmak adına büyük bir hazla değerlendirmeye çalıştı. Ermenistan açılımı muhalefet partilerince “kardeş Azerbaycan’a ihanet” addedildi ve bu da pratikte adeta vatana ihanet suçlamasını beraberinde getirdi. Muhalafetçe iktidarın her yaptığının kötü olduğu varsayımı ülkemizde zaten alışılmış bir şey olsa da bu açılımın başarısızlığı Ankara’nın ABD ve AB’nin olmazsa olmaz isteklerini karşılayamaması sonucunu getirdi. Dahası, Azeri tarafı ekonomik silahlarını masaya koyarak Nabucco projesine sırtını çevirebileceğini, Türkiye’ye verilen doğal gaz fiyatlarının yükseltilebileceğini belirtmek yanında Rusya’ya doğal gaz ihracını da artırmaya başladı. Bu durum karşısında hükümetin geri adım atarak Karabağ sorunu çözülmeden Erivan ile normalleşmenin olmayacağını ilan etmesi kaçınılmaz hale geldi. Başbakan Erdoğan bu tavrı daha da resmileştirmek için 14 Mayıs 2009’da Azerbaycan parlamentosunda yaptığı konuşmada Karabağ sorunu çözülmeden protokollerin resmiyet kazanmayacağı sözü verdi. Oysa başlangıçta ümid edilen bunun tam tersiydi. Normalleşmenin Karabağ sorununun çözümüne katkı sağlayacağı  beklentisi ve bunun Türk ve Azeri kamuoyunu yatıştıracağı umudu vardı.

 

Türkiye için bu geri adım, Rusya ile yakınlaşmayı ve Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’la işbirliğini içeren diplomatik açılımının Kafkasya ayağını zedeleyen bir adım oldu. Ayrıca Başkan Sarkisyan’ın tavrının sertleşmesine ve “Tarih Komisyonu” fikrinden iyice yabancılaşmasına da yol açtı. Sarkisyan böyle bir komisyonun “soykırım gerçeğini” gölgeleyeceğini, bunun da Ermeni ulusal kimliğine tamiri imkansız bir darbe vuracağını söylemeye başladı. Bu son nokta zaten Ermenistan ve özellikle diaspora Ermenilerini en fazla korkutan ihtimal olagelmiştir.

 

Diasporanın devam eden katı tutumuna kıyasla son 10 yılda Türk resmi makamları soykırımı reddetseler de Birinci Dünya Savaşı süresince Osmanlı devletinin hatalar yaptığı ve sivil halkın ciddi anlamda zarar gördüğü görüşünü savunmaya başladılar. Bu tutum geleneksel “hiç bir şey olmadı Ermenilere;  hiyanetleri ve Rusya’yla işbirliği yaptıkları için savaş bölgesi dışına gönderildiler sadece” resmi görüşünden farklıydı. Ermenistan tarafında ise benzer bir yumuşama daha önce, bağımsız Ermenistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan’ın tavrıyla oluşmuştu. Ülkesinin halkı ve siyasi partilerin çoğunluğu Ter-Petrosyan’ın diplomatik jestlerine karşı olsalar da, o verdiği sinyallerle geçmişin mirasının ikili ilişkileri engellememesi gerektiğini söyleye geldi. Bu jestler büyük ölçüde Ankara’nın İstanbul-Erivan hava koridorunu 1995’te açmasına katkıda bulundu. Bilindiği gibi onbinlerce Ermenistan vatandaşının izinsiz ve kayıtsız biçimde çalışmalarına ve ikamet etmelerine göz yumma politikası da bu yumuşamanın sonucuydu.

 

1998’de Robert Koçaryan’ın başkanlığa seçilmesiyle zaten sınırlı olan iletişim daha da azaldı. Dağlık Karabağ milislerinin savaş sırasında lideri olan sertlik yanlısı Koçaryan selefine kıyasla çok daha kararlı bir şekilde Türkiye’yi  soykırım iddialarının hedefi yapmaya ve diaspora ile birlikte lobiciliğe ağırlık vermeye başladı. Bu nedenle 2000 yılında ABD Kongresi çok az bir farkla  soykırım yasa tasarısını kabul etmenin eşiğinden döndü. Ankara reaksiyon olarak Türk hava sahasını bir kez daha Ermenistan’a kapattı.

 

Sorunlu Ermenistan ilişkileri

 

2002’de AKP’nin iktidara gelmesi ve komşularla sıfır sorun siyasetini benimsemesi ikili ilişkilere yansıdı. 2003’te zamanın Türk ve Ermeni Dışişleri Bakanları Abdullah Gül ve Vardan Oskanyan görüşmelerinde pek somut sonuç alınamasa da güven artırıcı önlemler üzerinde diyalog kuruldu. Viyana’da tarafların belirlediği diplomatlar görüşmeye devam ettiler. Bu çalışmaların Aktamar Kilisesi’nin müze olarak açılmasına katkıda bulunduğunu sanıyorum. Sarkissian’ın başkanlığa seçilmesiyle görüşmeler hem daha sıklaştı hem de üst düzeyde katılım gerçekleşmeye başladı. Ankara’nın diyalog konusunda son zamanlarda ısrarlı olmasına ve Azerbaycan vetosu olmasaydı diplomatik ilişkiler kurma kararlılığında olduğuna şüpheyle yaklaşanlar da var. Batı’da Türkiye’nin aslında ilişkilerin normalleşmesini, AB ve ABD ile ilişkilerinin gelişmesi ve çeşitli Avrupa ülkelerinin ve ABD Kongresi’nin olası bir soykırım kararını önlemek amacıyla istediği iddiaları ciddiye alınmakta. Bu iddianın doğruluk payı olsa da hem Türkiye hem de Ermenistan normalleşmeden yarar umuyor. Türkiye Kafkasya siyasetinin Ermenistan’la diplomatik ilişki olmadan eksik kalacağını düşünürken, Erivan Türkiye’yi dış ticaret ve dünyaya açılmada elzem bir partner olarak görüyor. 2008’de Rusya-Gürcistan Savaşı ve Rusya’yla sınırının olmaması Erivan’ın dünyadan tecritinin ne kadar kolay ve olası olduğunu gözler önüne serdi. Türkiye sınırının açılması Ermenistan açısından o nedenle hayati önem taşıyor.

 

Türk kamuoyunda normalleşme konusunda Karabağ faktörünün yanısıra temkinli olmayı gerektirdiği düşünülen başka bir şüphe de var. İmzalanan protokollere rağmen Erivan’ın aslında ortak sınırı tanımadığı ve irredentist tutumunu değiştirmeyeceği endişesi. Oysa Ermenistan defalarca ortak sınırı belirleyen 1921 Kars antlaşmasına karşı olmadığını ve BM’ye 1991 sonrasında katılmasının mevcut uluslararası yükümlülüklerini sahiplenmesi anlamına geldiğini söyledi. Erivan üstüne üstlük Ankara’nın 1993’te sınırı kapatmasının Kars Antlaşması’nın ihlali olduğunu da zaman zaman iddia etti.

 

Azerbaycan’ın itirazı olmasaydı protokollerin iki tarafın meclislerinde onaylanması büyük ihtimaldi. Normalleşme Türkiye’nin güney Kafkasya’da ekonomik ve diplomatik açılardan daha etkili olmasını sağlayacaktı. Ayrıca diasporanın soykırım propagandası zayıflatılmış olacaktı ve AB ve ABD karar alıcıları Ankara’nın ‘normalleştiğini’ ve AB parlamentolarında ve ABD Kongresi’nde Türkiye’nin köşeye sıkıştırılmasının anlamını kaybettiğini düşüneceklerdi. Türkiye sonuç olarak sınırlarının 325 kilometresini kapalı tutuyor. İki ülke arasındaki karayolu Sovyetler zamanından bugüne kadar kapalı kalmış olsa da 1980’lerde demiryolu bağlantısı 1993’te kapatılıncaya kadar sınırda delik açmıştı. Yukarıda anlattığım nedenlerle Ankara Ermenistan’la “sıfır sorun” yaşayamıyor. Yaşaması için Ankara’nın isteği yeterli değil. Karar alma süreci Bakü’nün vetosunun kalkmasına bağlı. Bu da Karabağ’ın ve diğer Azeri topraklarının işgal altında olması nedeniyle imkansız.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.