1. HABERLER

  2. GÜNCEL

  3. Hayat Boyu Öğrenme” semineri
Hayat Boyu Öğrenme” semineri

Hayat Boyu Öğrenme” semineri

Milli Eğitim Müdürü Yıldırım Alkış, “Hayat Boyu Öğrenme” konusunda kurum idarecilerine bilgilendirme semineri verdi.

A+A-

Halk Eğitim Müdürlüğü Çok Amaçlı Salonu’nda konuşan Alkış, iyi bir idareci, iyi bir eğitmen olmanın sırlarını anlattı ve altın anahtar yerine geçen sözlerle dinleyenleri bilgilendirdi.

BAKIŞ AÇILARI İNSAN ÜZERİNDE ÇOK ETKİNDİR

İnsanın kendisini bir işin uğursuz olduğuna inandırmaması gerektiğini belirten Alkış, insanın bunu böyle benimsemesiyle hayatının sürekli bu şekilde devam edeceğini bilmesi gerektiğini söyledi. Alkış, uğursuzluklarla ilgili, “Eskiden ölü evine yemek getirirlerdi. Benim ailem bunun uğursuz olduğuna inanırlardı. ‘Bizler ne zaman ki evden yemek götürsek bizden de ölü çıkıyor’ derlerdi. Çünkü bunu böyle biliyorlardı ve bu problem oluyordu. Tarihi bir vaka; Amr Bin Nas, Nil Nehri’nin kurumasını gördüğü halde kızın oraya atılmasın istememiş ve Nil kurumuş. Amr Bin Nas, hem pişmanlık hem de pişmanlık duymuş. Devrin halifesi Hz Ömer’e mektup yazmış. ‘Ya Emir-ül Mü’minim. Durum böyle böyle, ben ne yapayım?’ demiş. Hz Ömer mektup yazmış ve ‘bunu Nil’e atın’ demiş. Ve bu mektupta ‘Nil için eğer Allah rızası için akmaya devam ediyorsan yine devam et’ yazılıymış. İsyan etmeyi bırakmışlar ve Nil mektuptan sonra akmaya başlamış. Burada insanların olumlu yada olumsuz bakış açılarıyla yakından bir bağlam var. Mesela bir aile çocuk ile ilgili ‘bu çocuk adam olmaz’ diye hep söylerse çocuk ilerde adam olmadığında ‘bak ben adam olmaz demiştim, gördün mü olmadı.’ der. Aslında biz çocuğu adam olmaması için şartlandırdık, bizi yalan çıkarmaması için çocuk böyle oluyor. Ama tam tersini yapsaydık ‘bu adam okur, ilerde güzel yerlere gelir’ dersek çocuk da adam olur.” dedi.

HAYATIMIZDAN KEŞKELERİ ÇIKARALIM

İnsanın hem kendi hayatında, hem ailede pozitif düşünceyle, negatif düşüncenin günlük hayata yansımasının çok değişik olduğunu belirten Alkış, “Hayatımızdan keşkeleri çıkaralım. Lügatımızda keşke olmasın, onu çıkaralım. Ben çıkardım keşkeyi, kullanamıyorum. Hayatta başarılı olmak istiyorsanız keşkelere yer vermemelisiniz. ‘Keşke Kars’a gelmeseydim, keşke öğretmen olmasaydım, keşke elim kırılaydı, keşke bunu demeseydim’ demeyeceksiniz. Olmuş her işte bir hayır vardır. ‘Olacağı vardı oldu’ demek gerek.” diye konuştu.

TEKNOLOJİYE ESİR OLMAYACAKSINIZ

Alkış daha sonra şunları söyledi:

“Birde cım-cim yani yapacağım edeceğim demeyeceğiz. Ne demiş atalar ‘bugünün işini yarına erteleme’ çok doğru bir söylem. Efendimiz (SAV) ne der? ‘Ertelemek insanı helaka götürür.’ Bugünün işini bugün, yarının işini yarın yapacağız. Her şey zamanın da güzeldir. Teknolojiye esir olmamalıyız. ‘Olmayın’ diyemiyorum; olmamalıyız. ‘Keşkeyi hayatımdan sildim’ diyorum ama ‘teknolojiye esir düşmedim’ diyemiyorum. Ama ne yapacağız? Zaten teknoloji ile iç içeyiz ve onunla bir anlaşma yapacağız. Televizyon, internet, fecibook (facebook), tviter, artık bunlar günlük hayata yerleşmiş, insanlar aynı mekanda olmasına rağmen internete giriyor teknolojiyi tercih ediyor. Gençlerin ellerinin nasıl hareket ettiğinin bile farkına varamıyorsunuz. Konuşma bitti artık mesaj devrine geçtik. 5 -10 bin mesaj bedava; kulanda kullan.

MİLLET OLARAK KONUŞMA VE YAZMAYI UNUTTUK

Bizim millet konuşmayı unuttuğu gibi yazmayı da unuttu. Kaç kişinin önünde bir defter var yada not tutuyor. Öğrencilerimiz yada kendi arkadaşlarımız dahi böyle olmuş durumdadır. Arkadaşın birisi kendini tanıtırken şöyle yazmış; ‘okur ama yazmaz’ Biz toplum olarak gerçekten okuma özürlü bir toplumuz. Ama bir o kadar da yazma özürlü bir toplumuz. Eskiden ne güzel mektuplar, kart postallar yazılırdı. Ama şimdi hem okuma hem de yazma özürlüsü olduk. Geçen kütüphanecilik haftasında arkadaşlar anlattı. Bir Japon bir yılda 20 kitap okurmuş. Avrupalılar bir yılda 15-20 kitap okuyorlar. Peki bir Türk bir yılda kaç kitap okuyor? Anket sonucuna baktığımızda 6 Türk bir kitap okuyor. Ama yazmaya geldik inanın çok önemli bir sorun var. Başarının bir başka şansı elimizde bir defter olmalıdır. İğreti yada kağıt parçası değil de bir defterimiz olsa onunda bir adı olsa; gerek dinlediklerimizi, gerekse aklımızdakileri buna yazsak. Defter diyip geçmeyin. Kimsenin sizi dinlemediği zamanda o çok iyi bir dinleyici olur. Çok alçak gönüllüdür. ‘Bunu neden bana yazdın?’ demiyor. İstediğiniz zaman yazın, istediğiniz zaman okuyun. Türkü, şarkı, bilmece, kızgınlıkları ne yazarsanız yazın, dargınlıklarınızı, sevinçlerinizi yazın, içinizden her ne geçiyorsa yazın. Sizden sonra ki sevdiklerinize bırakacağınız en güzel hediyedir. 6 kardeşlik bir heybem var. Kendimin de tuttuğum bir defterim var, adını koymadım. ‘Kars’ mı, ‘kar’ mı, ‘Alparslan’ mı, ‘Ani’ mi diye koyayım onu düşündüm. Teknolojiye esir olduğumuz zaman bu resimler, yazılar biliyorsunuz bilgisayarda pek yer kaplamıyor. Ama beyin arşivinde resimler çok yer kaplıyor.

BEYİNE DE FORMAT ATMALI, RAHATLATMALIYIZ

Televizyonda, bilgisayarda, internette izlediğimiz her şey beynimizde kayıt ediliyor, kodlanıyor. Böyle olunca ‘kayıt ediliyor’ derken beyin doluyor, önemli bilgilere yer kalmıyor. Bu diziler, filmler beyni dolduruyor. Beyni dinlendiren rahatlatan nesnelerde vardır. Örneğin yeşile bakmak, akarsuya bakmak, tabi doğal ortamlarda gezmek, dolaşmak da beyni rahatlatıyor. Günlük hayat bazen bizi sıkıyor, elektrikler artıyor, şekerimiz fırlıyor. Arada BMC kamyonlar gibi ‘cızıt’ yapmak lazım. İnsanın da arada bir deşarj olması lazım. Tabi bu farklı şekilde olabilir. Kimisi konuşarak, kimisi gezerek, kimisi spor yaparak deşarj oluyor. Özellikle günde bir saat yürümenin insana iyi geldiğini söylüyorlar. Kalbe, beyine, her şeye faydası vardır. Ama doktorlar diyor ki; aheste değil tempolu 5 kilometre yürüyün. Mümkünse düzenli spor ve jimnastik yapmak iyi gelir. Türkü-şarkı söylemek, oyun oynamak da beyni rahatlatır.

TIRNAK KESMEK İNSANI RAHATLATIR. TIRNAK UZATAN BAYANLAR ASABİ, SİNİRLİ OLURLAR

Kimyasal olarak tırnak kesmek de insanı rahatlatır. Tırnaklar vücudun elektrik çöplüğüdür. İnsan vücudunda statik elektrik birikiyor. Canımız sıkılıyor, sinirlerimiz bozuluyor hemen vücut elektrik topluyor. Bunun atılması lazım. Parmak uçları vücudun paranoyasıdır. Fazla elektrik buralara gider sonra rahatlarsın. Tırnak uzatan bayanlar asabi, sinirli olurlar. Bunu iddia ediyorum. Suyla temas da rahatlatır. İntiharı düşünen birine mümkünse başından su dökün. Birçok hastalıkta böyle su ile temas statik elektriği alır. Mesela duş almak insanın rahatlamasına, onun uyumasına zemin olur. Vücut rahatlar, uyursun. Rahat olmayan insan uyuyamaz, stres olur. Toprakla temas da insanı rahatlatır. Özellikle yalın ayak yürümek yada elimizle toprağa dokunmak, ağaçla uğraşmak; bunlar vücudumuzdaki elektriği alır. Ağlamak insanı rahatlatır. Ağlamak güzel bir şeydir.

VERDİĞİNİZ SÖZLERİ TUTUN

Ayrıca arkadaşlar verdiğiniz sözleri tutun. Teknoloji hayatımızın her sayfasında görülüyor. Okulda, evde, işte hatta camide bile telefonlarımız çalıyor. Camideyiz namaz kılarken arkadaş telefonu ayarlamış bir melodiye. İmam ‘Allah-u ekber’ diyor telefon başlamış türkü söylemeye.

PRENSİP VE PROGRAMLI OLMALIYIZ

Sözler tutulmalı ve prensip sahibi olmalıyız. ‘Şunu şunu yapacağım’ dedikse onu yapalım. Ama mutlaka plan ve program olmalıdır. Okulda program istiyorlar. Küçük bir seminer yapıyorsun onda da program istiyorlar. Ancak neden hayatlarıyla ilgili bir program yapmıyorlar, neden yapmasınlar? Program yapmalıyız ve ona sadık kalmalıyız. Üniversitede arkadaşlarım ayıplardılar beni çünkü dolabımın arkasında Cumartesi-Pazar da olmak üzere bir program dururdu. Hangi saatte ne yapacağım, maça gideceğim, tırnak keseceğim, çalışacağım yazılıydı. Eğer program yapmışsanız inanın birçok şey yapma fırsatı yakalıyorsunuz. İnsan programını alırsa önemsediği işleri yapar yapma fırsatı bulur. Ancak bir program yok, zamanın yok ama okey oynuyorsun. 3 saat onu nasıl buluyorsun? Çünkü bir sistem yok. Kişi kaçta yatıp kaçta kalkacağını bilmesi lazım, yoksa vücut şaşırır. Vücudumuzun bizim üzerimizde hakkı var. Bunu korumamız lazım. Avusturalya’ya, Amerika’ya gidenler anlatıyor; çok uyku problemi yaşıyorlar. Çünkü buradaki uyku saatiyle oradaki uyku saati değişiyor. Burada gündüz vakti orada gece olduğundan vücut buna alışamıyor. Vücut neye alıştıysa öyle devam eder.

KENDİMİZE GÜZEL ÖRNEKLER BULMALIYIZ

Kendimize güzel örnekler bulmalıyız. Mutlaka kendisine özendiğimiz, öykündüğümüz ideologlarımız olmalı. Alan alan da olabilir. Mesela; ‘sanatta şunun gibi’, ‘edebiyatta şunun gibi’ yada ‘ticarette bunun gibi’ önümüze güzel örnekler koyarak başlayabiliriz. Evliya Camii’nde Ebul Hasan Harakani ümmi bir zatmış. Buraya gelmeden bilmiyordum. Okuma yazması yok ama hep öykündüğü birileri varmış. Ebul Hasan Harakani sürekli Beyazi Bistane’yi düşünür ‘o ne yapardı, neler tasarlardı’ zihninde toparlarmış. Ve dua edermiş ‘Rab’bim bu zata verdiğinden bana da ver’ diye. Tanrı da ona bu kutsiyeti vermiş ki Mevlana’nın bile öykündüğü değerli biri olmuştur. Burada olabiliriz, imkanlar el vermeyebilir ama onları düşünmek, yaptıklarını bilmek dahi olumlu etki yapar.

NE KADARSAK BİLİRSEK BİLELİM İSTİŞARE ŞART

Ne kadar çok bilirsek bilelim yinede istişare etmek gereklidir. İstişare sadece bilgi almak için değil aynı zamanda destek almak da olabilir. Etkinlik alanımızı genişletmek içinde istişare yapılır. Okullarda bir kutu bıraktık; ‘öğrenci istek-şikayet kutusu’ Belki binlerce kağıt bırakılıyor ve ben onları alıp okuyorum. Ama aralarından ancak bir-iki, bilemedik 3 tanesi ilgimi çeker ama olsun bir fikir dahi uygulandığında öğrenci mutlu oluyor. ‘Bak müdür bizi dinledi, söylediklerimizi yapıyor’ diyor. Hem mutlu oluyor hem kendine güveni artıyor. Bu da güzel bir duygudur. İnsanlardan bilgi ve destek almak için ipleri sıklaştırmak, takım olabilmek için istişare şarttır.

İNSAN SOSYAL BİR VARLIKTIR

İnsan sosyal bir varlıktır. Birlikte yaşamak zorundayız. Bir gizli anlaşma yaptık. Hani Nasrettin Hocaya sormuşlar; ‘bu insanın neden bir kısmı bu tarafa, diğer kısmı başka tarafa gidiyor’ diye. Nasrettin Hoca da ‘insanların hepsi bir tarafa gitseydi dünya yıkılırdı’ İnsanlar farklı alanlara yönelmiş ve herkes işinden memnun. Çoban çobanlığından, esnaf esnaflığından, berber berberliğinden, terzi terziliğinden memnundur. Herkes terzi olsa kim kıyafet dikecek, herkes berber olsa kim traş olacak, herkes öğretmen olsa kim öğrenci olacak? Sosyal ve yazılı olmayan bir anlaşma var aramızda. Prensiplerimiz olacak ama bu prensipler esnek olmalı, yoksa başarıyı elde edemeyiz. O ‘la’ dedi mi siz ‘lo’ demeyin. Bbenim rahmetli büyük ananem şunu derdi: ‘Oğlum 3 kişi sana ‘başın yok’ diyorsa elini başına al ve bak. Acaba orda duruyor mu, başın sağlam mı? Yada 6- 7 kişi bir şey diyorsa durup düşünmek lazım. Prensipli olmak güzel. Mesela ‘ben asala adaletsizlik yapmam, rüşvet mi kapımın önünden geçmez, aldatmak mı, hile mi’ tabi ki bu konular da prensipli olmak gerekir. Ama ‘yok ben kimsinin sofrasına oturmam, yok çayını içmem’ böyle olmaz. Bozun bu prensibi. Ama çayına şeker atmayabilirsin. Eskiler demişler ki ‘Vusülsüzlük usulsüzlüktendir’ yani maksada vasıl olamıyorsan usulünü gözden geçir. Yani sen Akyaka’ya gitmek istiyorsun 150 kilometre gittin ama daha ulaşamadın o zaman yanlış yoldasın. Bir şeye koşuyorsun, çabalıyorsun olmuyor o halde bırakacaksın. Öyleyse metotta bir yanlışlık var ve onu değişmen lazım.

KENDİNİZE VE AİLENİZE ZAMAN AYIRIN

Kendimize ve ailemize zaman ayırmamız lazım. Özel zamanımızın olması lazım. Hobilerimizin olması lazım Yani ‘bugün bu saat benim; saatim şu saatte dinleneceğim” O saate kimse karışamaz. Mümkünse her arkadaşımızın bir koleksiyonu olsa, bir arşivi olsa iyi olur. Ne ile ilgili olursa olsun. Ben öğretmenliğe başladığımdan bugüne kadar bana gelen hiçbir şeyi atmadım. Ne geldiyse sakladım. Boş bir kağıt dahi sakladım, arşivde. Kartpostalları ve mektupları ayrı ayrı arşivledim. Beni 1- 2 ay eve hapsetseler hiç sıkılmam, onlarla meşgul olurum, onlarla deşarj olurum.

BAŞARI AİLEDE BAŞLAR İŞ HAYATINDA DEVAM EDER

İşimizde ne kadar başarılı olursak olalım ailede başarılı olmadığımız sürece bunda başarılı olamayız. Kişisel gelişim uzmanları var; diyorum ki ‘aile seminerleri verdirelim’ Arkadaşlar diyor ki ‘iyi tamam ama onun ailesi yok ki’. Bir adam televizyonda ailelere mutluluk saçıyor, elinden geleni yapıyor ama kendi hayatında böyle değil, adam mutlu değil. Ailede başarılı olmadıktan sonra ‘Cumhurbaşkanı olsam ne yazar’ Benim hayatım ailem. Bizimle birlikte, ailemizle birlikte başarı söz konusu olur. Tabi bu çocuklarımız Hakim, Avukat, Savcı yada başka bir şey olmayabilir ama başarılıdır. Başarıyı sınav kazanmakla sınırlandıramayız. Problemlere bakış açısı çok önemlidir. Akşam gözümüzde büyüttüğümüz problem sabaha kalktığımızda hiçbir şey gibi görünür. ‘Peki gece kimse çözdü mü?’ Hayır. Ama sabah ki bakış açımız değişti. Elimdeki su so dolu bardak olsa. Salonla orantılanamaz derece küçük ama bu su dolu bardağı gözüme yaklaştırdığım zaman bütün her şey sorun olur, salonu göremem. Sorunları uzak tuttuğumuz zaman yada onlara uzaktan baktığımız zaman ve olumlu düşünmeye başladığımız zaman her şey daha güzel oluyor. Problemler her zaman bizati problem değil aynı zamanda bakış açısı problemi olabiliyor. Bakış açısını değiştiğin zaman problem problem olmaktan çıkıyor yada küçük bir hal alıyor.

HERŞEYDE BİR HAYIR OLUMLU TARAF BULMALIYIZ

Aynı zaman da problemlerin sıkıntıların da bir nimet olduğunu düşünmemiz gerekiyor. Dişimizin ağrıması bir nimettir orada ‘beni doktora götür’ diyor, bize haber veriyor. Bir de haber vermeyen var. Örneğin kanser, hepatit çok sonralarda haberimiz oluyor. Bizim toplumumuzun 3’te 1’i hepatit hastasıdır. Demek ki ağrılar nimettir. Yolda gidiyoruz arabanın tekeri patladı diyoruz ki ‘lanet olsun teker patlayacak zaman mıydı? Ne yapacağım?’ Ama şunu düşünemiyoruz; ‘olabilir, hayırlısı buydu. Böyle olması gerekiyor. Demek ki daha hızlı gitseydim belki kaza olurdu, belki başımıza başka bir şey gelirdi’ diye düşünmek olumlu çıkarımlar yapmalıyız.

ZAMAN EN ÖNEMLİ İLAÇTIR

Zaman en önemli ilaçtır. Bazen hiçbir ilaç fayda etmez ama 3 ay geçer bakarsınız ki bir şeyleri unutuvermişsiniz. Bir problemimiz var ve biz bunu çözemiyoruz. 4 ay yada 3 yıl sonra geriye dönüp düşündüğümüzde sadece güzel bir anı olarak kalıyor ve gülüyoruz. İnsan kelimesi Arapça bir kelimedir. Ünsüz kelimesi ‘alışan’ demektir yani bulunduğu çevreye uyum sağlayan, ilişkileri olan, sosyal bir varlıktır. Uyum sağlamak iyi ancak kişi hangi ortamda büyüyor ise ona ayak uyduruyor. İyi çevrede bulunuyorsa iyi insanlarla ilişkide bulunur; yok kötü çevrede bulunuyor ise kötü ilişkiler bulunur. Bu kaçınılmaz. Anne ve babası sigara içen çocuğun yüzde 80’i sigara içiyor. Anne ve babası sigara içmeyen çocuğun sigara içme olasılığı daha azdır. ‘Hiç sigara içmem’ diyen adam sigara içilen ortama girdimi an az bir iki tane içer. Bir bakmışsınız tiryakisi oldu.

BAZI DAVRANIŞLARI DEĞİŞMEK İSTİYORSAK BAZI ORTAMLARDAN KAÇMALIYIZ

Bazı davranışları değişmek istiyorsak bazı ortamlardan kaçmalıyız. Bizler aslında arkadaşlarımızın çevremizin aynısıyız. Bazen oturur tenkit ederiz ‘Kars şöyledir, milli eğitim böyledir, yok camiamız şöyledir’ Ama bu sorunların yüzde 80’i biziz. ‘Biz öğretmenler şöyleyiz, böyleyiz’ gibi. Her mesleğin bir hastalığı, bir tarafı var. Doktor arkadaşlar herkese hasta gözüyle bakar, terzici kıyafete bakar, berberci saçına bakar. Biz öğretmenlerde herkese öğrenci gözüyle bakarız, pek dikkat etmeyiz.

KARARLI VE CESUR OLMALIYIZ

Kararlı ve cesur olmalıyız. Sürekli karar değiştiren program değiştiren biri olmamalıyız yoksa başarılı olamayız. Alparslan 20 bin Alparslan ordusu var, yorgun, dingin, uzun yol gelen bir ordu ve karşısında 200 bin güçlü, dinç bir Romen Diyojen ordusu var. Her bakımdan üstün bir gruptur. Fil, at, silah donanma hazır. Mantıken düşündüğümüzde Malazgirt savaşında Bizans ordusu kazanmalı. Alparslan barış taraftarı ancak Romen buna yanaşmıyor. Sabah Alparslan’ın yaptığı kararlı konuşma zaferi alıyor. Romen Diyojeni de esir alıyor. Kendimizi iyi tanımamız lazım. İnsan artı ve eksileriyle insandır. İyi saz çalan birini görürüz ‘ne güzel çalıyor keşke ben de çalsam’ diyoruz. ‘Basketbol oynayamam ama satranç biliyorum’, ‘iyi zurna çalamam ama mey üflerim’ gibi. Artılarımızı görüp onlarla kendimizi eşleştirmeliyiz. Sürekli eksiğimize bakıp hayıflanmamalıyız.

YA İŞİNİZİ SEVECEKSİNİZ YADA BIRAKACAKSINIZ

Sevdiğimiz işi yapmalıyız. İnsan sevdiği işi yaparsa mutlu olur ve başarılı olur. Bizim ülkemizde realite. Acaba bir anket yapılsa kaç kişi işini seviyor isteyerek yapıyor. Biz bulduğumuz işi yapıyoruz, birine sorsak ‘aslında ben şu Fakültede okumak isterdim’ yada ‘şunu düşünüyordum’ gibi. Birinci tercihi öğretmen olup da gelen kişi sayısı çok azdır. İnsan işini sevmediği zaman o iş ona işkence olur. Eğer sevdiğimiz işi yapamıyorsak, yaptığımız işi sevmeliyiz. Sevmenin yolunu bulacağız yada bırakacağız. Dayımın oğlu vardı ve İstanbul’da 16 yıldır avukatlık yapıyordu ama sevmedi bıraktı. Şu anda fotoğrafçılık yapıyor. Bana göre üç günlük dünyada sevdiği şeyi yapmalı, kar düşünmemeli. Ama arkadaşım anne ve babasını zorlamasıyla çocuk doktoru oldu. 10 yıldır görevde ‘sevmedim hala sevmiyorum’ diyor. Bu idarecilikte, her meslekte aynıdır ya seveceksin ya da bırakacaksın.

ARADA BİR DE ÇOCUKLAŞMALIYIZ

Geçmişten ibret almalıyız ama geçmişe de dalmamalıyız. Hayallerimizi oranlı kurmalıyız. Tarih okumalı ama tarihte kalmamalıyız. ‘Alparslan böyle yaptı, Fatih böyle yaptı’ Tamam onları bilmeliyiz ama ‘kendimiz ne yapmalıyız, ne yapabiliriz?’ diye kendimize sormak lazım. Daima hayalde kalmamak lazım. Arada bir de çocuklaşmalıyız, aynı formatta olamayız. Daima müdür, müdür yardımcısı, öğretmen olmamalı. Bu insanı sıkar, arada çocuksu davranmalıdır. Çocuk olmalı, oynamalı, koşmalı, latifeler yapmalı. Bu insanı rahatlatır.

İNSAN ‘HAYIR’ DEMEYİ DE BİLMELİ

İnsan ‘hayır’ demeyi bilmeli. ‘Hayır’ dememiz gereken yerde ‘hayır’ demeliyiz. Yoksa başımıza belalar getirir. Bizler iki ‘ben’ den oluşan bir beniz. İki ‘ben’den oluşan ama tek ‘ben’ gözüken bir şahsiyetiz. Yani asi, yaramaz, kötülüklere yaraşan bir ‘ben’ var, bir de akıllı uslu bir ‘ben’ var. Akıllı uslu olan ‘ben’i abi yapmalıyız ve abi olana sahip çıkmalıyız. İç konuşma gibi bazen ‘şeytan diyor vur, kır, dağıt’ ama yok sen ‘kör şeytanı’ dinleme. Abi benle iyi konuşursak başarılı oluruz. Kritik ve analitik düşünmeliyiz. Yaptıklarımızı geri dönüşümlü olarak ‘yaparsak bizim için iyi olur’. Empati kurmak lazım ve milatlarımız olmalı. ‘Ben 02.02.2012’de Kars’ta göreve başladım’, ‘sigarayı bıraktım, gerçi içmiyordum ama yok’, ‘işte müdür olduğum günden bu yana’ gibi milatlar koymak bizi başarıya götüren önemli bir etkendir. Böyle milatlar koyup hayatımızda yanlış giden şeyleri düzeltmemiz gerekir.

BÜYÜK DÜŞÜNMELİ KÜÇÜK SULARDA BOĞULMAMALIYIZ

Ayrıntılara dikkat etmeli ancak onlarda kalmamalıyız. Hesaplı olmayı değil, hesapta mükemmel olmalıyız. Büyük düşünmeli, küçük sularda boğulmamalıyız. Hz Ebubekir bir Vali tayin eder ve derki, ‘Az konuş; çok konuşursan sonra konuştukların önce konuştuklarını unutturur.’ Konuşmayı slayt şeklinde yapmadık, çünkü böyle olunca dinleyici sıkılıyor ve konuşmacı ikinci planda kalıyor. Yansıttığımız şeylerde beden dili yok. Jest ve mimik kullanamıyorsa bunu etkili olacağını düşünüyorum. Kitabı tarayıp sunmak bariz değildir. Teknolojiye çok da bağımlı olmamalıyız. Biz bu işin uzmanı değiliz sadece topladıklarımızı bir araya getirdiklerimizi size sunduk inşallah verimli olmuştur. Hz Ali, Efendimiz (SAV)’in yanına gidiyor ve diyor ki ‘ben bazı insanları gördüğüm zaman onları daha önce hiç görmememe rağmen içimde ona karşı bir soğukluk oluyor, bazen de hiç görmediğim insanları görüyorum onlara karşı içimde bir sıcaklık oluyor. Neden acaba?’ Peygamber Efendimiz (SAV), ‘ruhlar berze aleminde birbirleriyle görüşürler. Ya birbirlerini severler yada birbirlerine karşı soğuk olurlar.’ demiş.”

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.