1. HABERLER

  2. SİYASET

  3. İki Avukat İki Görüş
İki Avukat İki Görüş

İki Avukat İki Görüş

Av. Onur Gündoğdu: Türkiye’de Farklı Bir Referandum Olsaydı Şaşırırdım - Av. Meryem Çetin : Anayasa Değişikliğinin Temelini Yargı Oluşturuyor

A+A-

AV. ONUR GÜNDOĞDU:

 TÜRKİYE’DE FARKLI BİR REFERANDUM OLSAYDI ŞAŞIRIRDIM

 

AK Parti’nin 12 Eylül’de halkın önüne getireceği kritik Anayasa Değişiklik Paketi’ni hukuksal boyutuyla değerlendiren Av. Onur Gündoğdu, “Türkiye’de farklı bir referandum olsaydı şaşırırdım.” diyerek, bunun AK Parti’yi sevenler ve sevmeyenler eyleminden farksız olacağını savundu.

 

Av. Onur Gündoğdu, "Ben 10 yıllık Avukatım. Siyasetle, politikayla da ilgiliyim, seviyorum, meraklıyım da. Neyi oylayacağız bunu tam olarak bende bilmiyorum. Benim komşularım da, arkadaşlarım da, ailem de bilmiyor. Benim bildiğim ve gözlemlediğim kadarıyla, sadece AKP’yi sevenler “evet”, sevmeyenler “hayır” diyecek. Fakat bu, bir devletin işleyişi için, kişilerin hak ve özgürlükleriyle, Devletin kişiler üzerindeki egemenlik alanlarının sınırlarını belirleyecek son derece ciddi ve siyasi olarak bir kişinin tamamıyla özgürlük alanını belirleyecek ciddiyette bir konudur. Anayasalar her zaman kısadır, özdür fakat bir devleti sınırlar, kişi özgürlük alanını belirler. Bu derece ciddi bir konuda insanların AKP’yi sevenler “evet”, sevmeyenler “hayır” şeklinde yönlendirilmesi, bunu bir parti oylamasına dönüştürmesi bence doğru değil. 1982 Anayasası yapılırken dünya hukuk tarihine bir ayıp olarak geçmişti. Çünkü; insanlara “eski anarşi dönemini istiyor musunuz, istemiyor musunuz?” şeklinde bir seçim getirilmişti. “Anarşi dönemini isteyenler hayır desin, yeni sistemi isteyenler, darbeyi isteyenler evet desin” şeklinde olmuştu. Kimse bilgilendirilmemişti. Sendikalar bu konuyla ilgili yorumlar yapmamıştı. Bilim adamları bu konuda hukuksal açıklamalar getirmemişti. Siyasiler kendilerini ifade edememişti. Zaten değiştirilecek Anayasa bu ayıpla kurulan Anayasa. Böyle bir ayıpla kurulan ve halkın neyi oyladığını bilmeden tercih ettiği Anayasa ile ilgili değişiklikte yine aynı evrensel yanlış yapılıyor.” dedi.

 

Bunun dünyanın her yerinde aynı yanlış olduğunu da vurgulayan Gündoğdu, “Bu, dünyadaki bütün hukukçular açısından kötüdür, olumsuzdur. Neden siz Anayasa gibi ciddi bir müesseseyi oluştururken veya onu değiştirirken bir kelimede deve yükü anlam taşıyan bir metni değiştirirken insanlara bunun neden doğru veya neden yanlış olduğunu anlatmak zorundasınız.” diye konuştu.

 

“Birinci hükümlülük iktidarındır” diyen Gündoğdu, “İkinci hükümlülük muhalefet partilerinin ve daha sonrasında sendikalardır, sivil toplum örgütlerinindir, aydınlarındır, yazarlarındır vs. Fakat hiç kimse hangi madde hangi anlama geliyor, neden “evet” neden “hayır” diye tek kelime açıklama yapmıyor. Madde metinler verilmiş olabilir. İnternete girersiniz bulursunuz şu madde bu madde değişecek diye. Anayasa öyle bir sistemdir ki, bir kelimede deve yükü imkanı olur. Tek bir madde 10 cümleden oluşur veya bir cümleden oluşur fakat o insanların özgürlük alanı gibi ciddi bir konuyu karman çorman edecek bir şekilde ciddiyettedir ve önemdedir. Böyle bir durumda ben “evet” ya da “hayır” neye göre derim, AKP’yi sevip sevmediğime göre. Hangi siyasi parti “evet” diyor. Ben hangi siyasi partinin taraftarıyım veya dünya görüşüm ne? Halk bu tercihe getirildi.” şeklinde konuştu.

 

1982 Anayasasına da değinen Av. Onur Gündoğdu, şunları söyledi:

 

“1982 anayasasının bizzat kendisinin uygulamaya geçirilmesindeki, referandumdaki eksiklik şimdi o Anayasanın bazı maddelerindeki değişiklikler tekrarlanmıştır. Halkı bilinçlendirmeden, halka bu konuda gereken bilgi verilemeden olmaz. Bu da kimsenin işine gelmiyor. Anladığım kadarıyla sadece bir partili olup olmayanlar hakkında bir tercihe götürülüyor. Sevenler veya sevmeyenler kırmızı versin gibi. Türkiye’deki genel siyasi geleneğin ve siyasi bir kültürün devamıdır. Türkiye’de farklı bir referandum olsaydı şaşırırdım.”

 

 

AV. MERYEM ÇETİN :

 ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİN TEMELİNİ YARGI OLUŞTURUYOR

 

12 Eylül’de yapılacak olan Referandumu değerlendiren Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Yönetim Kurulu Üyesi ve Kadın Kolları Başkanı Av. Meryem Çetin, “Pakette yer alan şekerleri ayıkladığınız zaman aslında değişikliğin temelini yargının oluşturduğunu, yüksek yargının, yürütmeye göre yeniden tasarımının oluşturduğunu görüyoruz.” dedi

Av. Çetin, “Burada sorulacak soru, yürütmeden bağımsız bir yargı mı istiyoruz yoksa yürütmeye bağlı bir yargı mı? Türkiye’de bir hukuk devleti mi istiyoruz yoksa totaliter bir devleti mi tercih ediyoruz? Bu sorulara verilecek yanıtlar Türkiye’deki demokrasinin niteliğini ve geleceğini de belirleyecektir. Her anayasa, bir toplumsal sözleşmeyi yansıtır. Bu sözleşme yöneten ile yönetilen arasında olduğu kadar, toplumun değişik katmanları arasında da yapılan bir sözleşmedir. Çağdaş demokrasilerin karakteristiği “çoğulcu/ katılımcı” niteliğini yaşama geçiren temel öğe “uzlaşma” kültürüdür. O nedenle anayasalar ya da anayasa değişiklikleri, büyük uzlaşıların ürünü olmalıdır. Türkiye gibi siyasal ve toplumsal kutuplaşmanın tehlikeli boyutlara ulaştığı bir ülkede uzlaşma arayışlarına büsbütün gereksinim vardır. Anayasa değişiklikleri, toplumun her kesimiyle konuşularak, her kesimine danışılarak, bütün siyasal partilerin, sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin, sendikaların, baroların katılımıyla gerçekleştirilmelidir.” dedi

 

REFERANDUM TEK TARAFLI HAZIRLANMIŞ

 

Av. Meryem Çetin, referandumun tek taraflı hazırlandığına dikkat çekerek, “Ancak 12 Eylül’de önünüze gelecek paket, çoğulcu, katılımcı olmaktan uzak, tek taraflı olarak iktidarın mutfağında hazırlanmıştır. Referandum Anayasa’da yeri olan bir kurum, ancak manipülasyona da çok açık bir yöntem. Referandum ya da plebisiter bir demokrasi kolaylıkla çoğunluğun azınlık üzerinde tahakkümüne dönüşebilir. Referandum sonucu, siyasi iktidarın görüşüne uygun, tek bir irade egemen olur. Artık, o iradeye karşı gelme olanağı kalmaz. Otoriter rejimlerin elindeki bir meşruiyet kozudur, plebisit veya referandum. Siyasal iktidar meşruiyet kaynağı olarak halk iradesini gösteriyor. Oysa halk iradesiyle kastedilen iktidardaki partiye oy veren çoğunluğun iradesi. Günümüzde demokrasiden anlaşılan sadece serbest seçimler değildir. Demokrasi, bununla birlikte, hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, temel hak ve özgürlükler, çoğulculuk gibi bir değerler sistemidir. Bu değerler sistemi demokrasinin özünü oluşturuyor. Aynı zamanda, siyasal iktidarın keyfiliğe kaçmasını önleyici bir fren görevi de görüyor. Bu frenler olmazsa Alexis de Tocqueville’in (*) deyimiyle “çoğunluğun istibdadı“ doğabilir. Siyasal iktidarın demokrasi testi, kendisini sınırlayan, bu değerlere ne denli saygılı olduğundadır.” diye konuştu.

 

TARAFSIZLIK ANCAK BAĞIMSIZ BİR YARGIYLA GERÇEKLEŞİR

 

Yargının, idari ve kurumsal bağımsızlığı hemen her ülkede HSYK’ya benzer bir kurum aracılığıyla sağlandığını belirten Çetin, “Bu kurulların ne gibi özelliklerde olmaları gerektiği Avrupa Yargıçlar Konseyi’nin 2007 yılında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne verdiği raporda belirtilmiştir. Rapor şu görüşlere yer veriyor: “Yargıçların bağımsızlığı, gerçeğin, özgürlüğün, insan haklarına saygının ve dış etkilerden yoksun tarafsız bir adaletin güvencesidir. Bağımsızlık, yargıçların tarafsızlığının bir koşuludur.” Bundan da anlaşılacağı gibi, tarafsızlık ancak bağımsız bir yargıyla gerçekleşir diyerek, “Avrupa Yargıçlar Konseyi raporunda, bağımsız ve saydam bir Yüksek Yargıçlar Konseyi’nin hangi koşullara sahip olması gerektiği sıralanıyor. Rapor incelendiğinde 12 Eylül’de referanduma sunulacak anayasa değişikliğinin, güya örnek alındığı söylenilen Avrupa Birliği müktesebatından ne kadar uzak olduğu görülür.

 

1-Yüksek Yargıçlar Konseyi salt yargıçlardan ya da yargıçlar yanında yargıç olmayan üyelerden oluşabilir. Ancak karma bir nitelik taşıyacaksa, çoğunluk yargıçlarda olmalıdır. Karma bir oluşum hiçbir şekilde parlamentodaki çoğunluğun etkisine açık olmamalıdır.

2-Yargıç üyeler yargıçlar tarafından seçilmeli ve yargının her düzeyde temsili sağlanmalıdır. Yargıçlar Konseyi siyasallaşmamalıdır. Parlamento ya da yürütme seçim sürecinin dışında kalmalıdır. Yargıç olmayan üyeler yürütme tarafından atanmamalıdır. Bu üyelerin siyasal nitelikte olmayan kurumlarca atanması tavsiye edilir. Yargıç olmayan üyeler parlamento tarafından seçilecekse, muhalefetin de desteğini sağlayacak nitelikli çoğunluk aranmalıdır.

3-Yargıçlar Konseyi’nin başkanı yargıç olmalı ve Konsey üyeleri tarafından seçilmelidir.

4-Yargıçların atamaları, terfileri, sicillerinden Yargıçlar Konseyi sorumlu olmalıdır.

5-Yargıçların disiplin sorunları, sadece yargıçlardan oluşan bir kurulda görüşülmeli ve karara bağlanmalıdır.

 

Referanduma sunulacak olan anayasa değişikliklerinin amacı söylendiği gibi, Yargının bağımsızlığını güçlendirmekse, bu HSYK’nın bağımsızlığını sağlamaktan geçer. HSYK’nın bağımsız bir kurul olması için yapılması gerekenler, Avrupa Yargıçlar Konseyi’nin raporunda var. Bunları gerçekleştirmek yeterli. Buna göre; Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın HSYK’ya üye olmamaları bağımsızlığın ön koşuludur.” dedi.

 

BUGÜN ÜLKEMİZDE HSYK’NIN BİNASI, BÜTÇESİ, SEKRETERYASI BULUNMAMAKTADIR

 

Çetin daha sonra şunları söyledi:

 

“Hükümet, reformu AB Komisyonu ilerleme raporlarındaki görüşler doğrultusunda hazırladığını ileri sürüyor. Oysa, AB Komisyonu’nun 2006 İlerleme Raporu’nda, bakan ve müsteşarın HSYK’ya üye olmaları eleştirilip, yürütmenin HSYK’nın kararlarını etkileyebileceği belirtilmektedir. Adalet Bakanı’nın HSYK’ya başkanlık etmesi ve müsteşarının da kurulun doğal üye olması düzenlemesi, mevcut pakette de korunuyor. Oysa Avrupa Yargıçlar Konseyi, Kurulun başkanının yargıç olması ve bunun seçimle işbaşına gelmesi, siyasi partilere üye birinin başkan olmaması gerektiğinin altını önemle çiziyor. Adalet Bakanı’nın yanında bir de müsteşarın üye olması Avrupa’da eşine rastlanmayan bir uygulama olduğundan Konsey bu konuya değinmiyor bile. AYK raporunda, Yargıçlar Kurulu’nun ayrı bir bütçesi, sekretaryası, binası olması öngörülüyor. Kurulun yetkileri geniş tutuluyor. Bugün ülkemizde HSYK’nın binası, bütçesi, sekreteryası bulunmamaktadır. Adalet Bakanlığı içinde, adeta Adalet Bakanlığı’nın bir birimi halinde çalışmakta, işleri Bakanlık memurlarınca yürütülmektedir. Kendi işlerini yürütemeyen, verdiği kararları izleme olanağından yoksun bir kurumun bağımsızlığından söz edilebilir mi? Avrupa’da, yargı bağımsızlığı ya da hukuk devleti anlayışının farklı boyutları konusunda söz söyleyen kurumlara ve hukuksal belgelere bakıldığında; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi, doğrudan “adil yargılanmaya ve bağımsız yargıya” ilişkindir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin (94)12 sayılı “yargıçların bağımsızlığı, etkinliği ve rolü” başlıklı Tavsiye kararı, yine Avrupa Yargıçları Danışma Konseyi’nin yargı bağımsızlığına ilişkin 1 sayılı görüşü ve ilişkin diğer (6 - 11 sayılı gibi) görüşleri, raporları mevcuttur, İktidarın ve yandaş basının çok sevdikleri, her vesile ile değindikleri Venedik Komisyonu ve onun yargı bağımsızlığına ilişkin raporları ve özellikle de 12-13 Mart 2010 tarihli bir raporun 31-32. Paragrafı, bütün bu düzenlemeler Yargı bağımsızlığı ile ilgilidir. Yargı bağımsızlığının içselleştirilmediği, siyasal kültürün bir parçası olmadığı, siyasal iktidarların bağımsız yargıdan rahatsız olduğu Türkiye’de, yargı bağımsızlığını sağlayacak sağlam, yasal güvencelere gereksinim vardır. Gönül ister ki, Türkiye’de hukuk devletinin bütün koşulları ile gerçekleşebilmesi için, Adalet Bakanının ve müsteşarının başkan ve üye olmadığı bir HSYK yapılanması için çaba gösterilsin. Yargının, demokrasiyi, hukuk devletini, bireysel hak ve özgürlükleri, anayasal düzeni koruma görevini yerine getiremediği durumlarda, siyasal iktidarın otoriter bir yönetime kayma tehlikesi her zaman vardır. Yargının bu görevini yerine getirebilmesi ise, her şeyden önce siyasal iktidardan bağımsız olmasına bağlıdır. Venedik Komisyonu 1996’da yayınladığı raporunda “Parlamenterlerin işledikleri suçlardan dolayı cezalandırılmamaları parlamenter demokrasinin ilkeleri ile bağdaşmadığı belirtilip,    böyle bir bağışıklık adaletin işlemesini engellememeli“ denilmektedir. Aynı raporda Venedik Komisyonu, dokunulmazlığın kaldırılmasının nesnel ölçütlere bağlanmasının, hukuk devleti ve temel haklara ilişkin ilkelerin bir gereği olduğunu belirtiyor.

 

MİLLETVEKİLİ DOKUNULMAZLIKLARININ KALDIRILMASINA İLİŞKİN BİR HÜKÜM MAALESEF YOK

 

Ama 12 Eylül’de önümüze gelecek düzenlemede Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin bir hüküm maalesef yok. Deniyor ki, “Meclis’in ya da yürütmenin yüksek yargıya üye ataması, Avrupa’da da var.” var. Ancak hem yukarıda belirtilen belgelere, hem de uygulamalara bakıldığında, hiçbirinde “üyelerin çoğunluğunun bir tek parti çoğunluğunca atanması yoktur.” İktidar tek başına üye atamaz. Ve nitelikli çoğunlukla, 2/3 çoğunlukla seçim yapılır, muhalefet partilerine de kontenjan verilir. Anayasa’nın 175. maddesinde, "TBMM Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü sırasında, bu kanunun halkoylamasına sunulması halinde, Anayasanın değiştirilen hükümlerinden, hangilerinin birlikte hangilerinin ayrı ayrı oylanacağını da karara bağlar" denilmektedir. Bu kural ile Parlementoya verilen yetki, asıl olarak, maddelerin ayrı ayrı oylanmasını; ancak, anlam birliği, içerik bütünlüğü bulunan maddelerin bir arada oylanmasını sağlamaktan ibarettir. Nitekim değişikliklerin yapılmasında çok sığınılan Venedik Komisyonu kararı da bu yöndedir. Venedik Komisyonu’nun 21 Aralık 2006 tarihli “Referandumlarda İyi Uygulamalar Kılavuzu”nun 30. maddesinde “İçerik birliği, özgür oy iradesinin daha da önemli bir gerekliliğidir. Seçmenler, aralarında bir bağ olmayan farklı sorulara aynı anda oy vermek zorunda bırakılmamalıdır. Seçmenin sorulardan birini desteklerken bir başkasına karşı olabileceği dikkate alınmalıdır. Bir metinde yapılacak değişiklik çok sayıda farklı unsuru kapsıyorsa, halka bir dizi soru sorulmalıdır.” denilmektedir. Hukuk Devleti; tüm faaliyet, işlem ve eylemleri hukuk kurallarına ve anayasal ilkelere uyan, kendisini bu kurallara bağlı sayan devlettir. 1789 “ İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi” nin 16. maddesinde “İnsan haklarının sağlanmadığı ve kuvvetler ayrılığının belirlenmediği bir toplumda Anayasa yoktur” denilir. Üzülerek görmekteyiz ki, yargı üzerindeki baskı hiçbir zaman bugün olduğu kadar sürekli ağır, yaralayıcı, hukuk devletini ve toplumdaki güveni sarsıcı boyutlara ulaşmamıştır. Yargı ile yürütme arasında bugüne kadar, tanığı olduğumuz kargaşa ve kriz ortamı hiç yaşanmamıştır. Yürütmenin yasama ile birlikte, yargıya egemen olmasının varacağı yer, artık ne hukuk devletinden ne de demokrasiden söz edemeyeceğimiz otoriter ya da totaliter bir rejimdir. Hukuk devletinde yaşamak isteyen herkes bu olumsuzluklar karşısında kendisini sorumlu ve görevli saymalı, toplumda her şeyin hukuk düzeni içinde hayata geçmesi için oluşacak ortak irade yaşam biçimi haline gelmeli, toplum hukuk devletini, hukukun üstünlüğünü istemeli, sahip çıkmalı ve korumalıdır.

 

ÖZGÜRLÜĞÜN TARİHİ HÜKÜMET GÜCÜNÜN ARTIRILMASINA DEĞİL, SINIRLANMASINA DAYANIR

 

ABD Başkanlarından Woodrow Wilson, liberallerin ağızlarından düşürmedikleri özgürlük konusunda: “Özgürlüğün tarihi hükümet gücünün artırılmasına değil, sınırlanmasına dayanır.” demektedir. Yargı, insan hak ve özgürlüklerini yönetime karşı korumak, hukuk devletini gerçekleştirmek ve Anayasa’nın üstünlüğünü sağlamakla yükümlü bir organdır. Bu denli önemli işlevi bulunan yargının mutlaka bağımsız olması gerekir. Bağımsız yargı demokrasinin gereği; hukuk devleti ve erkler ayrılığı ilkelerinin direği; temel hak ve özgürlüklerin güvencesidir. Bağımsız yargı, adalete, giderek devlete güvenilmesinin tek yoludur. Yargının bağımsızlığından söz edilebilmesi için, yargıcın güvencede olması, siyasal ya da toplumsal baskı altında kalmadan karar vermesi gerekir. Bu nedenle, yürütme ve yasamanın yargıya karışmaması, elini yargı üzerinden çekmesi, yargıyı yargıya bırakması zorunludur. İkinci Dünya Savaşı’na kadar demokrasi “çoğunluk iktidarı” olarak anlaşılmış ve böyle uygulanmıştır. Savaş’a neden olanların, seçimle işbaşına geldikten sonra demokrasiyi nasıl ortadan kaldırdıklarını tüm dünya acı biçimde yaşamıştır. Savaştan sonra buna çare aranmış, demokrasinin yalnız seçimden ibaret olmadığı bir düzen kurulması için çaba gösterilmiş, “demokrasiyi yok etme özgürlüğü olamaz” ilkesi ve bilinci tüm uluslararası belgelerde yerini almış, demokrasinin korunabilmesi için erkler ayrılığı ve hukuk devleti gibi ilkeler yaşama geçirilmiş, Anayasa Mahkemeleri kurulmuştur. Erkler ayrılığı ilkesi, yasama ve yürütmeden oluşan iktidar gücünün, çoğunluk diktatörlüğüne dönüşerek demokrasiye zarar vermemesi için sınırlandırılıp denetlenmesi ve bu yolla dengelenmesi esasını temel alır. Yasamaya tek partinin egemen olduğu ve yürütmeyi de elinde bulundurduğu bir gücün söz konusu olduğu dönemlerde, yargının işlevi çok daha önem kazanmaktadır. Çünkü bu dönemlerde yürütme ile yasama tek güç durumuna dönüşmekte, yargı tek denetim ve dengeleme gücü olarak öne çıkmaktadır. Bu nedenlerle, kuvvetler ayrılığı ilkesini, çoğulcu/katılımcı demokrasiyi, hukuk devletini, bağımsız yargıyı hedeflemeyen, yargıyı, yürütmenin tahakkümü altına sokarak yargıyı siyasallaştırma amacı taşıyan, bu Anayasa Değişikliği paketine, Kuvvetler Ayrılığı, Çoğulcu/Katılımcı Demokrasi, Hukuk Devleti, Bağımsız Yargıya sahip çıkan her yurttaşın hayır demesi gereklidir.  *1805-1859 yılları arasında yaşamış ve liberalizmin ön plana çıkardığı özgürlükle, sosyalizmin temele aldığı eşitlik arasında bir denge kurmaya çalışmış olan düşünür. Temel eseri: De la Democratie en Amerique (Amerika’da Demokrasi Üzerine).”

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.