Memleketim, memleketim!
Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Meryem Koray, Kars'a geldi ve izlenimlerini kaleme aldı.
Bu hafta bir konferans nedeniyle önce Kars, sonra Ardahan’daydım. Hep gidemediğim için üzüldüğüm bir kentti Kars. Üzülmekte haklıymışım, görmek, sonra da oturup düşünmek gerekiyormuş. Bu kısa geziden sonra buralarla ilgili ahkam kesecek değilim; daha iyi bilenler de var, oralara emeği geçen, olumlu dönüşümler için çabalayanlar da. Benim gibi kısa süreli ziyarette bulunanlara ancak neden buralar için bir şey yapmadım diye üzülmek düşer.
Düşündüm; çocukken öğrendiğimiz şarkının dediği gibi, “gitmesek da, görmesek de o köy bizim köyümüz” mü? Pek öyle olmadığını insan bu ülkenin ihmal edilen yörelerini gezdikçe anlıyor. Doğu-Batı ikilemlerini br parça biliriz; anlatırız da. Ama bu ikilemler soyut bilgiler, sayısal verilerle anlaşılacak şeyler değil. Görüp deneyimlemek, duygusal anlamda paylaşmak çok başka.
Buralara gelmeden buraları anlamak mümkün olmadığı gibi, Türkiye’ye ve İstanbul, Ankara gibi merkezlere bir de buralardan bakmak gerektiği de anlaşılıyor. Çünkü Batı’da ve büyük bir kentte yaşamanın, yine bir ”içe” doğru kapanmak anlamına geldiği buradan daha iyi görülebilmekte. Görüş alanını genişletmek için de Anadolu’da dolaşmak birebir.
VE KARS:
Kars’ı uzun uzun dolaştım. Bir yanda görkemli bir geçmişi, öte yanda uzun süre terkedilmişlikle fukaralığı yaşamış, şimdi bunlardan sıyrılmaya çalışan bir kent burası. Yerel televizyon yöneticisinin deyişiyle, Kars “varını yoğunu kaybetmiş bir aristokrata” benziyor gerçekten. Şimdi, epeyce geç kalınmış olsa da, onun tarihine saygı duymak ve görkemli kimliğini yeniden kazandırmak gibi bir görev olduğu anlaşılmış gibi. Yani çokça kayba karşın biraz umut var.
Kars çayı ve onun arkasındaki Kaleye doğru akar gibi muntazam sıralanmış iki yanı ağaçlı geniş caddeler düşünün. Geniş kaldırımları, Baltık mimarisiyle inşa edilmiş güzelim taş evleriyle daha baştan örnek bir şehir olabilecek bir yer hayal edin. Sonra da bir taşra kasabası görünümünün önüne geçilememiş olmasını görerek, üzülmeyin! Mümkün mü? Kuşkusuz şekilsiz, sevimsiz kentleşme her yerde; ama burada çok başka bir başlangıç yapma olanağı varmış. Yalnız fakirlik de neden değil, biliyoruz. Belki vatandaşın irili ufaklı dükkanı, betebeli apartmanı da çirkinleştirmiş kenti, ama devletin binaları da içler acısı.
Şehircilik marifetleri ve geçmişine sahip çıkamama meselesi dışında, yaşama olanakları, iş bulma fırsatları da sınırlı buralarda.. Paçası kurtaran kaçıyor gibi. En çok göç veren, nüfusu hızla azalan yöreler burada.
Olumlu denilebilecek bazı gelişmeler var kuşkusuz. Örneğin geçmişine ve kültürüne sahip çıkma bilinci bugün daha güç kazanmış durumda. Kars’ta Ruslardan kalma 300’den fazla bina koruma altına alınmış; içlerinde restore edilip kullanıma açılanlar var. Havalanı ulaşımı kolaylaştırmış, üniversiteler dinamizm getirmiş, biraz canlanan piyasa yeni umutlara yol açmış denilebilir.
Ama bunlara bakıp canlanan Anadolu’dan söz edenlere katılmak pek kolay değil. Bir kere canlanma kavramı tek başına yeterli değil; düşünülmesi gereken bir çok yanı var. Öte yandan bazı kentlerde öne çıkan dönüşümün buralara ne zaman uğrayacağı belli değil. Kendi hallerine bırakmakla bu yörelerin kalkınmasının sağlanamayacağı ortada. Aksine, piyasanın körleştirici etkisi, yönetimlerin kolaycı ve partizan yaklaşımlarının dışına çıkan özel ve kararlı çabalar gerekiyor.
Örneğin endüstri olmadan ticaretin gelişmesinin sınırlı kalmaya mahkum olduğu biliniyor; bedelleri de var. İki Migros, birçok Şok ve Bim gibi perakende mağazaları ile bazı tekstil markalarının şubeleri açılmış Kars’ta; yeni büyük oteller de yükselmekte. Ne iyi! İyi de, bu yatırımların kaç kişiye iş yarattığını bilemesek de, küçük esnaf için epeyce düşündürücü anlamları olduğu ortada.
Öte yandan açılan bu yeni işyerlerinin kent dokusuna olumlu katkıları olduğu da söylenemez; aksine buraya hiç yakışmayan büyük ve modern yapılaşma örnekleri sunmaktalar. Bu durumda, en azından, özel girişimin pek sevdiği “sosyal sorumluluğu” devreye sokarak, bu tarihi kente gelişlerinin saklanmış güzelliklerden bir ikisini ortaya çıkarmak anlamına gelmesi istense çok mu olur? Nerede koruma devreye girdi, nerede böyle bir sorumluluk istendi demeyin; geçmişten ve yaşanmışlıklardan ders alınacaksa, işte tam yeri.
Bir başka konu; ticaret gelişirken, gördüğüm kadarıyla içkili lokantalar şehir dışına çıkmış durumda. Ramazan filan değil, yemek yerken yanında bir şey içeyim deseniz gideceğiniz bir yer yok. Kentte bir tek içkili restoran var; o da tam bir “erkek mekanı.” Geçmişte nasıldı; tam bilemem; ama bir muhafazakarlaşmadan söz edenler çok. Gördüğüm de bu.
Ardahan, Kars’tan da zor konumda. Orada da iki yıl önce üniversite açılmış; ufak da olsa etkisi görülebiliyor. Ancak üniversitenin yöreye daha fazla yarar sağlaması için, eğitim dışında üretime katkısı, bunun için de kamunun hamlelerine ihtiyaç var.
Özetle bu yöreler için çok boyutlu bir bölgesel kalkınma programının devreye girmesinden başka yol görünmüyor. Yıllardır bu koşullar yaşanırken, devletin de, yöre siyasetçileri ve milletvekillerinin de ne yaptıklarını sormamak da mümkün değil. Örneğin büyük platolar ortada dururken, hayvancılığa ve tarıma dayalı endüstriler nerede?
Bunlar yapılmadıkça da, devletin yoksulluk kültürünü yaymak ve derinleştirmekten başka bir şey yapması beklenemez. Yani buradaki insanların çoğu iş bulamayıp devletin himmetine sığınmaya devam edecek; yoksulluğunu aşmak için şu veya bu yardıma ihtiyaç duyacak demektir. Devlet de sadaka devletine dönüşmüş, sorunlara çözüm üretmek yerine yoksulluk kültürünü kalıcılaştırmış demektir. Buralarda görünen de bu.
ŞEHİRDE BİR GÜZELLİK
Biraz da hoş bir şey. Orada olduğum bir gece “Kampüste Senfonik Akşamlar” adlı bir proje çerçevesinde Gürer Aykal yönetiminde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası bir konser verdi; solist de İdil Biret. Gittim. Salon küçücük, kapıda büyük bir izdiham, çoğu da genç. Gördüm ki, merdivenlerde, aralarda ayakta da olsa konseri izlemelerine izin verilmiş; salon, balkon ayakta vaziyeti. Çocuklarıyla gelen aileler de çoktu. Özetle, klasik müzik konserinin klasik görüntüsünden farklıydı her şey. Ama güzeldi.
Sahne de küçük tabii. Piyano’dan sonra orkestra üyelerine pek yer kalmamış gibiydi. Buna karşın tüm konser boyunca gerek solist, gerek orkestra yöneticisi, gerek çalanlar hiç bir hoşnutsuzluk belirtisi göstermeden işlerini yaptılar. Özellikle şef Gürer Aykal’ın konser boyunca gösterdiği içtenlik, çaldıkları parçalarla ilgili küçük açıklamalar yaparken takındığı sevecenlik görülecek şeydi.
Protokol sıralarında pek kimsenin olmaması da dert olmadı. Büyük bir orkestra ile büyük bir sanatçının Kars’a gelip güzel bir armağan sunduğu o gecede halk oradaydı çünkü.
Yani “güzellik” muhatabını bulmuştu.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.