YIL 1886, aylardan mayıs. 1878’de biten Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından, Kars ve çevresi Rus işgali altındadır.
Savaştan 8 yıl sonra esir değişimi yapılmaya başlanmıştır. Osmanlı ordusu 300 Estonyalıyı Rusya kontrolündeki bölgeye gönderir. Yırtık pırtık elbiseleriyle, kağnılarıyla kadınlar, çocuklar ve askerler Kars Kalesi’ne dayanır. St. Petersburg’dan gelen emir, Estonyalıların istedikleri kadar arazi alıp yerleşmeleri yönündedir.
Çarlık ordusu komutanları 300 Estonyalıyı Kars Kalesi’nin 5 kilometre güneyinde bir araziye bıraktılar. Onlar da 1921’den 1960’a kadar Karacaviran, 1960’tan bugüne dek de Karacaören diye bilinen köyü kurdular. Köyün planı, kurulduğunda balık kılçığı gibidir. Ortadan geçen bir yol, o yolun kenarlarında sağlı sollu 70 metrelik yollar ve her yolun ucunda Kars’ta “hayat” denilen “aile evleri”. Köyün adını Novo-Estonskoje (Yeni Estonya) koydular. Daha sonra Rusçanın baskın kullanılmasıyla Novestonka’ya dönüştü.
Bu bilgileri, Eston felsefeci Dr. Aarand Ros’un, 20. yüzyılın ikinci yarısında birkaç kez Kars’a gelerek yazdığı “Türkiye’deki Eston Köyü” başlıklı makalede okudum. Başka ilginç detaylar da vardı.
Mesela, 1912’de Rus ve Eston ustalar tarafından köye bir Luteran kilisesi yapılmış. Kilise binası uzun yıllar köyün en büyük binası olmuş. Ermeni ayaklanması ve çatışmalar nedeniyle ne yazık ki ömrü uzun olmamış. 1919-20 yılları arasında çatısı ve kubbesi tahrip olmuş. İçindeki dini figürler Tiflis’e taşınmış. Bina 1920’den sonra bir süreliğine Estonyalılar için ilkokul yapılmış. Cumhuriyet döneminde tiyatro olarak kullanılmasına pastör izin vermeyince de köy okuluna dönüştürülmüş.
1908’de tutulan bir kayda göre köyde 318 Estonyalı vardı. Ancak Dr. Ros, 1969’da bizzat yaptığı sayımda Volga Almanları ve Ruslarla birlikte 52 kişi olduğunu tespit etti. Onların da sadece 20’si Estonca konuşabiliyordu. Üşenmeyip köydeki 243 Eston mezarını tek tek sayıp kayıt altına alan Dr. Ros, 70’li yıllarda gittiğinde, 4, hatta 5. kuşak olmalarına rağmen hâlâ akıcı Estonca konuşan köylülerle karşılaştığına dikkat çekiyor.
Bütün bunları yazmama, Hürriyet’in Ek Yayınlar Sorumlusu Çınar Oskay’ın dev bir ekiple hazırladığı “Bir Doğu Ekspresi Filmi” neden oldu. www.hurriyet.com.tr’de ya da ‘Google’da arayarak bulun ve izleyin lütfen. Çınar, o Eston köyüne de gitmiş ve köyde kalan son Eston, Avgus Albuk ile söyleşi yapmış.
Avgus Albuk köyün adını Nevis Tonka olarak telaffuz ediyor ve “Annem Estonca konuşurdu ama biz biraz asimile olduk” diyor. Belli ki Dr. Ros’un “Akıcı Estonca konuşuyorlardı” dediği kuşaktan biriydi annesi. Çınar, “Kaç kişi kaldınız?” diye soruyor, Albuk “Altı” diye yanıt veriyor.
Peki nereye gittiler? Bu sorunun yanıtı da Dr. Ros’un makalesinde var: Hepsi Türklerin de “gastarbeiter” yani “konuk işçi” olarak gittiği dönemde Almanya’ya göç ettiler.
Dini vecibelerini yerine getirdiklerini söyleyen Avgus Albuk’un eşi Yadigar ise Müslüman. Gülerek anlatıyor: “Herkes iki bayram kutluyor, biz dört. Noel, Paskalya, Ramazan ve Kurban...”
Avgus Albuk’un en büyük arzusu çocuklarını vaftiz ettirmekmiş. Söyleşiden sonra All Saints Moda Kilisesi Albuk ailesini İstanbul’a davet ediyor ve Avgus Albuk’un çocuklarını vaftiz ediyor. Yadigar Hanım’ın başörtüsü ile katıldığı vaftiz töreninin görüntüsü son yıllarda gördüğüm en heyecan verici hoşgörü fotoğrafıydı.
132 yıllık bir göçün hikâyesinden aktardığım bu kesit, Kars’ın çokkültürlü ortamının da sadece küçük bir parçası. Çınar’ın hazırladığı videoyu izlediğinizde göreceksiniz; Onbinlerce insan boşuna Doğu Ekspresi kuyruğuna girmiyor ve boşuna gitmiyor Kars’a...
Soldan sağa: August Albuk, Olga Albuk ve Petro Albuk. (2008’de köyü ziyaret eden Eston diplomat Vahur Luhtsalu tarafından çekilmiş.)