O yıllarda uzak taşra şehirlerinin bir farklı eğlencesi de batıdan gelen trenleri karşılayıp, uğurlamaktı. Trenlerin bilhassa gelişleri şenlikli olurdu. Sılaya gelenleri, nakille, tayinle gelenleri, tanıdıklarının yanında meraklı bir kalabalık da karşılardı. O gün ve o saatlerde KARS’ın tarihi tren istasyonunu temiz ve süslü giyimli, hanım- erkek hemşeriler doldururdu. Bazı önemli kişilerin, bürokratların, bankacıların KARS’tan ayrılışlarında da hediyelerle, gözyaşlarıyla uğurlandıkları hatıralarımızda ve hafızalarımızdadır.
KARS’tan doğuya o yıllardaki adıyla KIZIL ÇAKÇAK’a giden trenin ne uğurlayanı olurdu ne de karşılayanı. Değişmeyen kaderlerinin doğal alışkanlıklarını yaşayan yolcular hiçbir telaş, tedirginlik göstermeden sessiz- sakin biner, sessiz- sakin inerlerdi heybeleriyle, hurçlarıyla trenlerine.
O köhne, yıpranmış yolcu vagonlarıyla alışveriş için KARS’a gelenler çoğunlukla müşterisi oldukları esnafın misafiri olurdu. Şehirli de AKYAKA TRENİ’nin varış ıslığını duymadan yatmazdı geceleri.
O tren benim çocukluk yıllarımda KARS’tan AKYAKA’ya haftada iki gün, Çarşamba ve Cumartesi günleri sabah gider, akşam dönerdi. Hiçbir motorlu kara taşıtının olmadığı o yıllarda bütün ARPAÇAY insanını KARS’a sadece AKYAKA TRENİ getirir götürürdü.
KARS’tan başlayarak sırasıyla MEZRA, YAHNİLER, BAŞGEDİKLER, KURU DERE ve AKYAKA’da sonlanırdı güzergâh. Hatırlarım istasyonlar köylerden çok uzaktaydı. Yolcular trenden indikten sonra bir hayli yürürlerdi köylerine dek. Ancak AKYAKA İSTASYONU nahiyenin içindeydi.
AKYAKA TRENİ’nin yolcuları trenin makinistiyle haşır neşirdi. O makinist de bütün yolcuları tanırdı, kimin nerede binip, kimin nerede ineceğini bilirdi. Yazın tarla kuşları, kırlangıçlar, KUYUCUK KÖYÜNÜN YABAN ÖRDEKLERİNİN kuşatmasıyla gidip gelen tren, kışın kar, tipi, fırtına demeden saatlerini aksatmazdı. Karın, tipinin tren yolunu kapattığı zamanlarda iş yolculara düşerdi. Yolcular da kapısının, ahırının önünü açtığı gibi, eline ne geçerse lokomotifin önünü açmaya girişirdi.
O AKYAKA TRENİ’NİN sesinde, sireninde bir ayrı hüzün, bir ayrı sitem vardı. hiç batıya gitmeden, hiç batı raylarını çiğneyip, batıdaki istasyonlarda durmadan, sürekli kendi yalnızlığı içinde HUDUDA gidip gelmişti. Sürgüne gönderilmiş devlet memuru gibi. O lokomotifin, o vagonların dili olsa da konuşsa. Buna rağmen köylüyle bütünleşen o lokomotifin, o sürücünün, o vagonların hiçbir yakınması olmadı bu git- gellerden. Ne var ki yolların artık yeni kralı, yeni imparatoru türemişti. BENZİN ve OTOMOBİL. Gün artık onların, güç artık onlarındı. O yolcular da isteyerek de istemeyerek de olsa MOTORLU ARAÇLARA yöneldi.
Bizim o GÜN GÖRMÜŞ, DEVRAN GEÇİRMİŞ KIZIL ÇAKÇAK TRENİ de zaman içinde işini kaybetti, işsiz kaldı, iş yerini kapattı. O tarihi doku, o tarihi güzergâh üzerinde yıllar yılı gururla öterek, dumanlar çıkararak gidip gelen o kahramanın, SURU TÜŞDÜ. Zamanın cücelerine mağlup oldu. Çekilip bir yerde emekli olarak dinlenmesine de izin verilmedi.
Yıllar yılı sırtında taşıdığı ÇİĞ SÜT EMMİŞ İNSANOĞLU da baltasıyla, balyozuyla, keseriyle kırdı, döktü, kesti, biçti dağıttı ortadan kaldırdı o emektar AKYAKA TRENİ’ni.
Bize de bu hüzünlü hikâyenin kargacık burgacık da olsa VEFA GÖREVİ kaldı.
DEYMEZ Mİ?