Alınaktan yeni bir kitap

Mahmut Alınak’ın Jan Yayınevi tarafından basılan son romanı Tarihin Çarmıhında “güneş ülkesi” bir hafta sonra okuyucuları ile buluşuyor...

Yayınevi’nden yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Üç yıllık yoğun bir çalışmanın ürünü olan Tarihin Çarmıhında “Güneş ülkesi” adlı

roman her ülkeye ve her halka uygulanabilecek bir devrim projesidir.

 

Romandaki olaylar bugün dünyanın en özgür ve en mutlu ülkesi olan Şengal’de geçiyor. Dünyaya hükmeden devletlerin uyguladıkları ambargo yüzünden Şengal’ın hangi kıtada olduğunu ne yazık ki bilmiyoruz. Adına ne dünya haritasında, ne de uydularla kontrol altında tutulan internette rastlayabiliyoruz. Hiçbir tarih kitabında da ondan söz eden tek bir satır bulamayız. Bu ülkeyi kendi hayal dünyamızda canlandırmamız da çok zor, çünkü burası hayal gücümüzün çok ötesinde bir ülke.

 

Şengal, asırlarca süren kanlı bir işgal altındayken, uzun yıllar alan çetin ve farklı bir mücadele tarzı ile zincirlerini kopardı ve tüm dünya insanlığı için zengin bir bilgi laboratuvarı haline geldi.

 

Ne yazık ki, dünyayı çelik bir kafes içine hapseden devletler kendi halkları Şengal’de süren değişimi fark edip uyanmasın diye, bilim ve tekniğin tüm imkânlarını kullanarak Şengal’le onlar arasına aşılmaz setler çektiler. Bu engellemeler olmasaydı, Şengal’de sürmekte olan yeni hayat bütün dünyaya ışık saçacak ve dünya tüm kötülüklerden, adaletsizliklerden ve eşitsizlikten arınmış olacaktı.

 

Bütün bunlara rağmen roman, okuyucusuna keyifli bir okuma sözü vermiyor, aksine çok rahatsız edecek okuyucuyu. Romanda Şengal’in kuruluşuna giden yolda çekilen acılar,zulüm ve baskıyla tanışacağız. Kimi bölümlerde göz yaşlarına boğulacağız. Kimi bölümlerde öfkeden hop oturup hop kalkacak, elimizdeki kitabı nerelere savurup atacağınızı bilemeyeceğiz.. Ancak elimiz yine de gidip onu savurup attığı yerden geri alacak. Kimi bölümlerde de “yok artık” diyeceğiz. Bugüne kadar sağlam bellediğiniz harçlarımızla üst üste yığdığımız ezberler birbirlerine çarpa çarpa unufak olacak.

 

Size Erdal’ın yürek burkan öyküsünü burada anlatmayacağız. Okuyun. Çünkü sadece onun öyküsü bile başlı başına okunmayı hak edecek bir roman değerinde. Hatta okumakla kalmayın, Erdal’ın mektubunu odanızın duvarına, arabanızın camına, şehrin büyük caddelerindeki reklam panolarına asın. Bir gün başınızı iki elinizin arasına alıp vicdanınızı temize çekmeye karar verirseniz, o mektubun size çok yardımı olacak.

 

Sonra Filiz’le tanışın. Gencecik bir doktor adayı, ailesinin ve tüm köyünün onuru, mezuniyetine kurbanlar adanan, beyaz önlüğü ile evine dönüşü şenliklerle kutlanacak olan Filiz’i tanıyın. Çünkü “filiz” gibi bedeninde “çınar” gibi bir yürek taşıyan o kızı tanımak ve bir daha hiç unutmamak boynunuzun borcu olacak.

 

Sonra Said Rıza ile tanışın. Birileri, bu düzenden nemalanmak, paylarına düşecek parsayı toplamak için meclise girerken, birilerinin de bizim adımıza çarpışmak, kavga etmek, düzenin hep kilimin altına süpürülen kirliliklerini ortaya dökmek için çabalayıp durduğunu bilmek bize iyi gelecek. Sevdiği insanları bir bir toprağın nemli koynuna yatırırken, üstelik “ihanet” denen o berbat tokat sık sık suratında patlarken, yine de yılmadan çırpınıp durması bize umut ve güç verecek.

 

Sonra Mezın’la tanışın. O dev adamın iç sesine kulak kabartın:

 

“İçimde bir ses, ‘Böyle gelmiş, böyle gidecek.’ diyordu. ‘Üzülmekle bir şey değiştiremezsin. (…) Yazık ediyorsun kendine. Ne zorluklarla okuduğunu unuttun mu? (…) Kendine acımıyorsan hiç değilse annene, eşine ve çocuklarına acı. Başına bir şey gelirse, sen de çok iyi biliyorsun ki, kimse onlara sahip çıkmayacak. Aklını başına topla ve kendini boş yere heba etme.’

 

Mezın’ın içini acıtan başka bir ses ise onu şu sözlerle sarsıyordu: ‘Bir an için kendi çocuklarını kurtardığını kabul edelim. Ya körpe bedenleri senin için erkeklerin önüne atılan Gulé ile Süreyya’nın çocukları ne olacak? Onları kim kurtaracak? Ya köyündeki öteki çocuklar? Senin kaderini paylaşan yüzlerce çocuk şimdi bile köyün çöplüğünden ve deresinden kavun karpuz kabukları topluyor. Onlar da senin çocukluğundaki gibi hâlâ bir insanın portakala doyabileceğini hayal edemiyor. Sen çocuklarını okutup meslek sahibi yapsan bile, onların mutlu olmaları çok zor. Çünkü çevre, toplum ve devlet düzeni onları da örseleyecek. (…) Ayrıca her insanın yaşadığı topluma, ülkesine ve insanlığa karşı bazı görevleri vardır. İnsanı hayvandan ayıran temel bir özelliktir bu. (…) Ya çocukluğunu katledenlerle mücadele edip ülkene ve insanlığa hizmet edersin, ya da bir lokma ekmek için zorbaların çanak yalayıcılığını yaparsın.” (sayfa 45-46)

 

Mezın’ın içindeki bu çatışmayı hiç yaşamamış olanlar, ne ülke, ne halk, ne de insanlık adına tek laf etmesin. Sussun. İşte siz susmamak için tanıyın Mezın’ı. Çünkü “… o kendisini ülkesine ve halkına adayan bir siyaset devi. Sanki bu iş için yaratılmış. Mücadeleyi sadece beyniyle değil, tüm hücreleri ile yaşıyor.” Ondan öğrenecek çok şeyimiz var. En başta da “hayatın içinde var olmak” ve “icraat” konularında. Bunları okuyunca, belki siz de kapatıldığınız dört duvarlardan dışarı çıkar, bir tuğla koyarsınız boş bir araziye. Çünkü “ Duvara koyduğumuz her tuğla, binlerce sözden daha güçlü bir ışık” saçar.

 

Sonra Zerife’yi, Hacer’i, Süleyman’ı, Veysel’i, Şilan’ı … tanıyın.

 

Hele Jan ve Dilan! Sanırız sözcüklerin sustuğu yer tam da burası olmalı.

 

Bu romanı okuyun. Ve yaşanan onca acının ve bu acılarla güçlenen insanüstü bir mücadelenin ardından kurulan o ışıklı ülkeye, Şengal’e bizi de ellerimizden tutup götürmesini sabırla bekleyin.

 

Özet olarak, Tarihin Çarmıhında “Güneş Ülkesi” romanı, bir roman olmaktan da öte siyasi ve sosyolojik bir eser olma iddiasındadır.

 

Mutlu olma hakkı ellerinden alınan mazlum bir halkın zalimlere başkaldırısının bu sarsıcı öyküsünü okurlara sunmakla tarihi ve insani bir ihtiyacı karşıladığımızı düşünmekteyiz. Saygılarımızla “