Aşık Veysel’e mektup…

Dolunay Derneği Başkanı Yrd. Doç. Dr. Bahattin Şeker’in, “Aşık Veysel’e mektup…” yazısı:

Sevgili Veysel Baba,

Mektubuma başlamadan önce sana ve sadık yârin kara toprağa karşı mahcubiyetimi ve utancımı belirtmek istiyorum. Çünkü sen seneler önce köy köy, şehir şehir gezerek bizlerin yani insanların tek dostunun kara toprak olduğunu söylemiştin ve bizlere emanet etmiştin hem kendinin hem de bizlerin dostu bu kara toprağı. Özür dilerim yanlış söyledim baba. Senin zamanındaki kara toprak, artık, kara değil rengârenk zira pet şeşe ve naylon poşetlerle dolup taşıyor.

Dost diyerek nicesine sarıldığını, nice güzellere bağlandığını ama hepsinin vefasız ve faydasız olduğunu bu nedenle de beyhude dolanıp boşa yorulduğunu söylemiştin ya hani, bizler yorulmuyoruz sen merak etme! Elimizdeki çöp torbasını çöp bidonunun yanına kadar gidersek yoruluruz diye hemen bırakıveriyoruz sokağa, bahçeye, hatta caddenin ortasına. Gerçi çöplerimizi çöp bidonuna da atsak bu bidonların içindekileri iyi depolamadıkları için yine toprağa gidiyor. Toprak ise beyhude bir şekilde “bu çöpler benim dostum olan insanlara zarar vermesin” diye uğraşıyor, içine alıp eritmeye çalışıyor ama gücü yetmiyor. Çabalıyor çabalıyor ve sonunda yorulup teslim oluyor.

Hani demiştin ya toprağın sana koyun, kuzu, süt ve yemek verdiğini. Toprak artık bir tuhaf oldu baba! Ne kuzu veriyor, ne süt veriyor ne ot veriyor ne de ekin. Zaten verse de ne hikmetse ne tadı var ne de tuzu. Dersin ki sanki saman. Anlayacağın baba, biz toprağı beslerken kimyasal gübreyle, naylonla, pet şişeyle, ayakkabı, çocuk bezi, lağım suyu yani aklına gelecek ne kadar zararlı ve pislik maddeler varsa onunla besliyoruz. Ağaçlar yaprak ve çiçek yerine naylon poşet açıyor meyve yerine kola, su, deterjan hatta motoryağının pet şişeni veriyor dallarında.

Hani demiştin ya baba toprağın Âdemden bu deme neslimizi getirdiğini, seni her gün tepesinde gezdirdiğini, karnını kazma ve bel ile yarmana, yüzünü tırnağınla yırtmana rağmen seni gül ile karşıladığını. Biz artık kazma ve beli kullanmıyoruz baba. Koca koca traktörlerimiz var dozerlerimiz var. Gül ektiğimiz, üzüm diktiğimiz meyve ve sebze ektiğimiz verimli toprakların bağrına artık koca koca binalar, kimyasal madde üreten, bacısından çıkan zehirli gazlarla doğayı kirleten fabrikalar dikip beş on adımlık bir alana gül dikiyoruz ne hikmetse o da kokmuyor. Yani gül bile güzel koku vermeyi unuttu artık bizim zamanımızda.

Sen kazma ve bel ile karnını yardığını, tırnağın ile yüzünü yırttığını bu nedenle de toprağa işkence ettiğini, buna rağmen toprağın sana güldüğünü ve üstelik bir çekirdekle dört bostan verdiğini söylüyordun ya hani. Bence kendine haksızlık etmişsin. Eğer bizlerin toprağa yaptıklarımızı görseydin acaba ne derdin bizlere. Ha aklıma gelmişken bir de ekleyeyim, artık bir çekirdek dahi bulamazsın bostan ekmek için. Artık çekirdeksiz meyve üretmeyi başardık biliyor musun baba! Yani bir sene bostan ekince ikinci sene bostan ekmek istersen genleriyle oynanmış çekirdek almak zorundasın. Yoksa bostan mostan ekemezsin. Gerçi artık ekecek ne tarla ne de bahçe bulamıyoruz. Zira neredeyse artık hepsi ev, fabrika ve çöp tarlası oldu.

Havaya bakarsam hava alırım diyorsun da biz havaya bakamıyoruz her taraf toz duman. Hele hele kışın gel gör baba! Sen hava alırım diyordun ya biz onu da alamıyoruz artık! İnsanlar oksijen yerine karbonmonoksit soluyor sonra da hastanelere akın ediyor. Antibiyotikler, ağrı kesiciler derken vücudumuzun kimyası da değişiyor tıpkı kara toprağınki gibi. Yağmur yerine artık toz yağıyor, asit yağıyor ve hatta naylon poşet yağıyor gökyüzünden. Bunca işkenceye rağmen kara toprağın cömertliği yine de senin zamanındaki gibi hala devam ediyor.

Hani demiştin ya baba toprakta gizli hazineler var diye! Bizler bu hazineleri buluyoruz baba sen merak etme hem de siyanürle ve daha adını bile bilmediğim bir sürü kimyasal maddelerle. Petrol çıkartıyoruz sonra ondan elde ettiğimiz poşetleri, araba lastiklerini vs. bilumum ürünleri işimiz bitince ağaçların tepesine geçiriyoruz, seni tepesinde gezdiren toprağın tepesine geçiriyoruz havasız kalsın ölsün diye!

Doğru dersin! Dersin de, bir yerde yanılmışsın baba. Allah kula yakın! Hem de şah damarından daha yakın. Ama kul Allahtan uzakta. Artık Müslüman kıyametin koptuğunu da görse dikmesi gereken ağacın fidanını bir yerde dikili gördüğünde hemen onu söküp koyun gütmek için sopa yapıyor ya da zevkine söküyor atıyor bir kıyıya.

Hani demiştin ya toprak beni kollarını açmış bekliyor bir gün gelir beni bağrına basar diye. Biz toprakta ne kol bıraktık ne de bağır. Kollarını kestik attık. Bağrına ve damarlarındaki akan kan diye gördüğün derelerinin ve ırmaklarının suyuna kimyasalları, pet şişeleri bütün pisliğimizi atıyoruz. Hatta pet şişelerinin içine küçük tuvaletimizi yapıp kapağını kapattıktan sonra şehrin ortasına, caddeye, bahçeye neresini arzu edersek oraya atıyoruz. Yani anlayacağın baba siz eskiden bunları kusur sayar ve toprağa teslim ederdiniz saklasın diye ama artık günümüzde insanlar bunu kusur saymıyor. Bilakis gururlanarak yapıyor ve hatta hatta onu bu yaptığı için kınayanlara da demediğini bırakmıyor be baba.

Biz toprağın sırrına mazhar olamadık. Ama ölmez bir eser bırakıyoruz. Toprağa, sokağa, suya attığımız bir pet şişe yaklaşık bin yıl boyunca doğanın bağrında çıban gibi duracak. Özür dilerim baba senden. Biz senin dediklerinin sırrına da mazhar olamadık bu toprağın sırrına da. Sen ki meyve çekirdeğinde Allah’ı gören birisiydin. Bizler meyvelerin çekirdeğinde hiç bir şey göremiyoruz. Sen görmeyen gözlerinle görüyordun biz gören gözlerimizle görmüyoruz. Çünkü senin kalbin görüyordu bizim kalbimiz var mı bilmiyorum ama olsa da görmüyoruz.

Kara toprak dediğin artık gerçekten karardı. Kirlendi nefes alamıyor. Aslında yanlış söyledim kararan ve kirlenen toprak değil baba bizim kalplerimiz. Yani baba artık kalbi ve zihni kara bir toplum olduk biz. Kalbimde kirlenmediğine inandığım toplu iğne ucu kadar bir yer var ona güvenerek bu mektubu kaleme aldım. Acaba okur musun ya da senin adına, toprağın adına, gelecekteki çocuklarımızın adına, temiz topraklar için şehit düşenler adına halkımız da okur mu bu mektubumu!

Ha bu arada kendimi tanıtmadım baba. Ben Amasya’nın Gümüşhacıköy ilçesinin Körömerler mezrasından kimi zaman yanına uğrayıp muhabbet ettiğin, evine “Tanrı misafiri gabul ediyonmu gardaşım” diyerek konuk olduğun sağır Hasan’ın torunu Bahattin.

Ellerinden öpüyorum baba. Mekânın cennet olsun.