Kars Halk Eğitim Merkezi Salonu’nda yapılan program saygı duruşu ve İstiklâl Marşı’mızın okunması ile başladı.
Programda açılış konuşmaları yapıldı Türk Eğitim-Sen Kars Şubesi adına konuşan Şube Dış İlişkiler ve Basın Sekreteri Onur Güçtemur şunları söyledi:
“Kurulduğu günden bu yana ilkeleri ve inançları doğrultusunda taviz vermeden çalışan, Türk Eğitim-Sen ‘in 20. yıl kuruluş etkinlikleri çerçevesinde Kars Şubemiz tarafından düzenlenen araştırmacı , gazeteci yazar Banu Avar’ın konuk olduğu ‘‘ Kaçın Demokrasi Geliyor’’ söyleşimize hoş geldiniz. Bu gün yaşadığımız coğrafyaya baktığımızda , yaşananları akıl süzgecimizden geçirdiğimizde etrafımızda ne denli kirli oyunların oynandığını , masum insanların nasıl sudan sebeplerle katledildiğini görmekteyiz. Ülke kamuoyunu elinde tutan medya , bu haberleri ya es geçmekte yada daha da kötüsü olayları taraflı yansıtarak halkın gerçekleri öğrenmesini istememektedir. Bu noktada Malcolm X ‘in bu gerçeği yıllar öncesinden görüp söylediği söz akıllara gelmektedir. Şöyle diyordu Malcolm X; ‘Eğer dikkatli olmazsanız gazeteler sizin mazlumlardan nefret etmenizi , zalimleri ise sevmenizi sağlar’ Bu yüzdendir ki bizler ; fabrikaları yabancılara peşkeş çekilerek işsiz bırakılan tekel işçilerinin değil hükümetin tarafında olduk. Bizler ; Amerikanın Irak’ta çocukları neden öldürdüğünü , kadınlara neden tecavüz ettiğini, Amerikanın Afganistan’da Irak’ta ne işi olduğunu sorgulamadık . Ama hep Amerikancı olduk. Doğu Türkistan’da , Kafkaslarda , Kerkük’te Türklere yapılan zulümlere hiç ses çıkarmadık. Çünkü medya bunları görmemizi istemiyordu yada buralarda yaşananlar yeterince medyatik değildi. Bu gün medya dediğimiz şey halkın, haklının yada ülkesinin çıkarlarını değil ‘‘ Küresel Hükümranların ve Yerli İşbirlikçileri’’nin sözcülüğünü yapmak için faaliyet göstermektedir. Bu noktada halkı aydınlatma görev ve sorumluluğu , ülkesinin ve halkının çıkarlarını her türlü şahsi menfaatinden üstün gören vatansever münevverlerimize düşmektedir. Bu kutsal vazife; ‘İlkemiz Önce Ülkemiz’ diyen TÜRK EĞİTİM-SEN ve siz değerli üyelerine düşmektedir. Biz aydınlanacağız ve aydınlatacağız. Menfaat ve şahsi çıkarlar için hiçbir zaman dik duruşumuzdan taviz vermeyeceğiz.
Ülkemizin bu gün içinde bulunduğu paradoksu Profesör Doktor Nurullah Aydın şöyle özetliyor: Türkiye’nin yer altı ve yer üstü zenginlikleri yabancılara devredilmiş …. Hala ekonomideki gelişmeden bahsediyorlar….Yabancı ajanlar devlet bürokrasisini işgal etmiş … Hala milli irade diyorlar… Washington siyaseti, Vatikan dini , Bürüksel sosyal yapıyı düzenliyor … Hala halk iradesi diyorlar.Bu gün maalesef tüm çıplaklığı ile bu gerçekleri yaşamaktayız. Peki halk olarak biz ne yapmaktayız? Medyanın bizler için özenle! hazırladığı magazin programlarını izleyip , kahvede işyerinde dolmuşta hararetle tartışıp destek mesajlarıyla tarafımızı seçmekteyiz. Hükümetin vereceği makarna ve kömürü hayal ederek , ileriye dönük ümitlerimizi filizlendiriyoruz. Tabii biz bunları yaşarken küresel aktörler tüm enerjileri ile çalışmaktalar. Yerli işbirlikçilerinin desteğiyle de coğrafyamızı çıkarlarına göre dizayn edip zenginliklerini sömürmek için her türlü kirli oyunu sahneye koymaktadırlar. Bu oyunda en önemli rolü yerel figüranlara vererek onları da gururlandırmaktalar ! …
Bu bakımdan gün her zamankinden daha fazla bir ve beraber olma günüdür. Dün ; Afganistan, Irak , Libya .. Bugün ; Suriye , İran… Yarın sıranın kimde olduğunu söylememe bile gerek yok. Ülkemiz içeriden ve dışarıdan bir ihanet sarmalıyla kuşatılmışken , bağımsızlık ve toprak bütünlüğümüz tehdit edilirken , milli ve dini değerlerimiz tartışılıp sulandırılırken, TÜRK EĞİTİM-SEN ve değerli mensuplarının daha duyarlı daha aktif olması elzemdir. Çünkü yıllar gösterdi ki bizim bizden başka dostumuz yoktur. Hatta şunu da öğrendik ki; çıkar söz konusu olunca insanlık değerlerini kaybeden çoktur.
Milletimizin bekası ve huzuru için gelin hepimiz el ele vererek çalışalım. Bu gün buna fazlasıyla ihtiyaç var. Allah bütünlüğümüzü bozmasın, Yüce yaradan; emeli bu millete ihanet olanlara fırsat vermesin , Mevlam hepimizin yar ve yardımcısı olsun. Hepinizi saygı selam ve muhabbetle selamlıyorum…”
Daha sonra yansı gösterisi ile devam edilen program Gazeteci Yazar Banu Avar’ın konuşması ile devam etti.
Banu AVAR konuşmasında, “Önce hedef ülkelerin başına kendi adamlarını getiriyorlar, ya da baştaki adamları kendi adamları yapıyorlar. Zamanla siyasete ve ekonomiye hâkim oluyorlar. Ülkelerin tüm sanayisine ve doğal kaynaklarına el koyuyorlar. Çalışan nüfusu işsiz bırakıyor, lümpen (başıbozuk) bir nüfus yaratıyorlar. Tarım ve sanayi yok edilirken sesleri çıkmasın diye sendikal örgütlenmeyi bastırıyor, satın alıyor, sarartıyor, yerine Sivil Toplum Örgütü denen oluşumları yüceltiyorlar.Güya örgütlü ama sesi çıkmayan işçi sınıfı, giderek işsiz sınıfa dönüşürken, sivil ağlar örülüyor ve iane/sadaka kültürü toplumda yayılıyor. Gençlik, kadın ve çevre örgütleri ile sanat faaliyetleri sivil ağın yayılması için kullanılıyor. Gençlik örgütleri, çokuluslu şirketler için kendi toplumunun casusluğunu yapıyor. Kariyer, Liderlik, Guruluk filan derken Batı’ya meraklı gençler devşirilip kendi ülkeleri aleyhine işe konuluyor. Kadın örgütleri “Özgür kadın” şiarıyla ortaya çıkıp hem aileyi bozuyor, hem kendi toplumunda etnik/bölgesel bölücülüğün öncüsü oluyor. Çevre örgütleri, Amerikalı liderlerin başkanlık ettiği oluşumlarda güya Türkiye’nin çevre haklarını savunurken, küresel çetenin değirmenine su taşıyorlar. Yeni Dünya Düzenciler yani emperyalistler, her ülkede özellikle gençleri ve kadınları hedefliyorlar... Gençler yabancı dille eğitim yapan kolejlerde, sonra üniversitede Erasmus ağlarında debeleniyorlar. İşsizliğin kol gezdiği ülkede, Avrupa ve Amerikan rüyalarıyla doldurulmuş genç beyinler, Batılı vakıf ve enstitülerce fonlanıp içi boşaltılmış robotlara dönüştürülüyorlar.
Artık Batı ne istiyorsa onu savunmaya hazırlar! Tüm “açılımlara” baş sallamaya... “Ermenileri katlettik. Özür dilemeliyiz. Bu vicdan borcu,” derler, “Türkler Kürt fazlalığı ezdi, haklarını gasp etti,” derler, “Kıbrıs sırtımızda kambur. Avrupalı olmak icin KKTC’den kurtulmalı, tek Kıbrıs’ı savunmalıyız!” derler. Sokaklarda her gün terörizmin propagandası yaptırılır. Batı’nın maşalarının dağdan verdiği emirle ortalığı yakıp yıkarlar, kendi insanlarını açlığa, yokluğa, ölüme mahkûm ederler. Ve birileri buna “Demokratik açılım” der!... İşte tüm bu şartlar altında Türk Gençliği vazifesini daha da iyi bilmelidir. NUTUK’u bir daha okumalı, karşısına çıkanların hedeflerini apaçık görebilecek şekilde kendini bilgilendirmelidir. Kimin ne olduğunu anlamak için biraz daha araştırmalı, güzel vaatlerle karşısına çıkanların çokuluslu şirketler ile ilişkisine bir bakmalıdır. Sevgili kardeşim! Seni tuzağa düşürmelerine izin verme. Vereceklerinden çok alacakları vardır onların. Önce ruhuna el koyarlar, kimliğine, emeğine... Ne kadar iyi köle olursan ol fark etmez. İşlerine yaradığın sürece varsın! İlk işten atılacak olansın. Ama bu millet bu bayrak bu vatan senin! Bilgin bereketlenecek; emeğin uranyum, altın, petrolle geri dönecek, fabrikaların saat gibi çalışacak ve milletin tok ve mutlu olacaktır!... Sen bu yolun yolcusu ol, bil ki gerçek zenginlik mutluluk ve bereket seni mutlaka bulacaktır. Kaçın! ‘demokrasi’ geliyor! derken, kanlı savaşlara gebe ‘piyasa demokrasisi’nden söz ediyoruz.”
Sistem’in izin verdiği oranda ‘demokrasicilik’ oynayanlar, sözde seçim yaparak, halka iradesini kullandığı hissini verir. Hiçbir şey değişmesin diye, birileri değişir. İktidara her oturan parti, SİSTEM içindedir. Yani HALK’ın çıkarları aleyhinedir. Halkın gerçek çıkarlarının temsilcileri Meclis’e giremezler. Bunun için her türlü düzenek kurulmuştur. Her seçimde malı götürmeyi hayal eden sistem partilerinden biri voleyi vurur. Halk debelenip durur. Demokrasi içinde olduğunu zanneder, Amerikan Avrupa çetelerinin gizli stratejilerine, para piyasalarına bağlı olarak kaderi şekillenir. ‘Demokrasi geliyor’ diye darbeler, işgaller, katliamlar altında ezilir… Bugün Atlantik ötesinden petrol ve gaz coğrafyasına dayatılan ‘Demokrasi’, 1950’lerde Türkiye’ye dayatılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, kendi demokrasisini, toplumun tabanına yaymak, bunu yapacak siyasi kadrolarla yola çıkmak yerine, yabancıların tavsiyelerini emir telakki etmiştir! Cumhuriyetin demokrasisi temellendirilememiştir… Amerika’nın telkinleriyle, ‘demokrasi’, sapkın tarikat, mezhep, aşiret sarmalına dolandırılmış, halkları kontrolde tutmak için ABD’nin bulduğu yol ‘din kullanılmıştır’! Bugün Kuzey Afrika’da ve Ortadoğu’daki darbeler, ‘demokrasi’ adına yapılmaktadır. ‘Ilımlı İslam’la kontrol altına alınacak toplumlar, küresel sermayeye ram olacaklardır… Adları demokrasi, tüm zenginlikleri küresel sermayeye yem olacaktır. İşte o nedenle ‘Kaçın bu demokrasiden!’ diyoruz. Bu ‘piyasa demokrasisi’dir. Dayatılan ‘demokrasi’, ulus devletleri yok etme, bölme, yutma hareketidir. Tek çözüm HALKIN bu çifte oyunun farkına varması, içerden ve dışarıdan gelen sahte ‘demokrasi’ operasyonuna, MİLLİ İRADE’siyle karşı durmasıdır. Demokrasi sadece ANTİ EMPERYALİST yani ULUSAL bir karaktere sahipse anlamlıdır. Böyle bir demokrasi için, Attila İlhan’ın deyişiyle, her cenahtan, ‘YILDIZ, HİLAL ve KALPAK cumhuriyetinin cumhuriyetçileri’ elele bir mücadeleyi örgütlemelidir. Bu mücadele sadece dört bir yandan sıkıştırılmış ülkemiz için değil, kuşatma altındaki tüm mazlum milletler için, bir kez daha, parlak bir örnek olarak hayata geçecektir!” dedi.