Karslı Fotoğraf Sanatçı Özgen Beşli, Anadolu Jet Magazin Dergisine Kars’ı anlattı.
Türk Hava Yolları’nın yan kuruluşu olan Anadolu Jet’in Magazin Dergisi, 125. sayında Kars’ı hem kapak yaptı hem de geniş yer ayırdı.
“Bir kış masalı: Kars” başlığını kullanan Anadolu Jet’in yayın organı Türkçe ve İngilizce olarak basılıyor ve Türk Hava Yolları’nın tüm bayileri ile havalimanlarında ve Anadolu Jet’in uçaklarında dağıtılıyor.
Karslı Fotoğraf Sanatçı Özgen Beşli’nin fotoğraflarını ve röportajını kullanan Anadolu Jet’in Magazin Dergisi, Kars’ın tanıtımı için de büyük rol oynuyor.
Derginin bir nüshasını Kültür ve Turizm Müdürü Hakan Doğanay’a hediye eden Beşli, büyük gurur ve mutluluk duyduğunu ifade etti.
Doğanay ise Beşli’ye şehrin tanıtımında gösterdiği katkıdan dolayı kendisine teşekkür etti.
Anadolu Jet Magazin Dergisi’nde Deniz Yılmaz Akman ve Özgen Beşli imzasıyla yayınlanan “Bir Kış Masalı: Kars” başlıklı metin şöyle:
“Kars, karlar altındayken tüm güzelliklerini ortaya koyan, doğunun ucunda alımlı bir kent.
Kars’a, kar tüm şehri beyaza bürüdüğü bir akşam vakti varıyorum. Şehir sanki tepeden tırnağa bembeyaz bir şal altında olsa da bütün güzelliklerini inceden inceye ortaya seriyor. Loş ışıklı zarif sokak lambaları altında beliren tarihî evlere, uzaktan gözüme ilişen heybetli kalesine ve seyrelmiş kavak ağaçları üzerinde rol çalan dolunaya bakınca, ilk andan itibaren Kars’ı seviyorum. Gün doğmadan, Kars’ın doğusunda, Türkiye- Ermenistan sınırındaki Aras Nehri’nin Arpaçay kolu kıyısında yer alan Ani Harabeleri’nin yolunu tutuyorum. Bu antik kenti ay ve güneşin gökyüzünde aynı anda bulunduğu; mihr u mah anlarından birinde görmek çok etkileyici.
Geniş bir tüf tabakası üzerine kurulmuş binlerce yıllık şehir, zamanında İpek Yolu üzerinden Anadolu’ya geçen kervanların en önemli konaklama merkezlerinden biriymiş. Şimdilerde ise doğunun ucuna sanki öylece kondurulmuş, karla kaplı bir düş ülkesi gibi. Nerede başlayıp nerede bittiğini kestirmenin zor olduğu antik kentin Aziz Prkitch, Tigran Honents, sekizgen kubbeli Abughamrents kiliseleri, Fethiye Camii ve minaresinin bir kısmı günümüze ulaşabilmiş Ebu’l Menûçihr Camii’ni gezerken başka bir zamana gidiyorum sanki. Tenimi ısıran soğuk bile, yavaş yavaş aydınlanan İpek Yolu Köprüsü ve etrafımda gördüğüm diğer manzaraları gölgede bırakamıyor. Şehir merkezine döndüğümde iyice acıkmış olduğumdan, yöreye özgü yemeklerden tatmak üzere yerel restoranlara uğruyorum. Kars böreği, patates ve mercimekle yapılan evelik çorbası ve “hangel” denen mantıdan tadarken, bir yandan da akşam ilk kez deneyeceğim etli nohut yemeği “piti” için heyecanlanıyorum. Kars lezzetleri bunlarla da sınırlı kalmıyor. Kar ayazında tandırda pişirilen meşhur kaz eti, çarşıdaki dükkânlarda bölge doğasının bir armağanı olan gravyer, Kars kaşarı ve bal gibi Kars’a özgü tatlar bulmak mümkün. Karnımı doyurduktan sonra, yağan kar ve ara sıra yüzünü gösteren güneşin altında romantik bir hisse sahip bu şehri, 16’ncı yüzyılda yapılan Taş Köprü’den başlayarak geziyorum. Köprünün iki yanında, Osmanlı döneminde yapılmış hamamlar kubbeleriyle dikkatimi çekiyor. Buradan kısa bir yürüyüşle vardığım; Selçuklular döneminden kalma Kars Kalesi’nden şehri izlemeye koyuluyorum.
Başlarında kalpak, ellerinde odunlarla evlerine gidenlerin bezediği, güneşte ağarmış kıvrımlı bir yol; uzunlu kısalı minareler ve karla kaplı çatılar ötesinde görünen şehir bir kış tablosu gibi önümde uzanıyor. Kars’ın korunarak günümüze kadar gelmiş binaları, burada yaşamış farklı kültürlerin de izlerini taşıyor. Özellikle, 11’inci yüzyılda Selçukluların, 13’üncü yüzyılda Gürcülerin ve 19’uncu yüzyılda 40 yıl kadar Kars’ta yaşamış Rusların şehir mimarisine dokunuşları kısa bir yürüyüşle keşfedilebiliyor. 11’inci yüzyılda şehir Müslüman egemenliğine geçtikten sonra Kümbet Camii adını alan On İki Havariler Kilisesi Kars’ta görülmesi gereken tarihî yapılardan. Kale çevresinden güneye doğru ilerleyince karşıma çıkan Eski Vali Konağı ve biraz ötesindeki Defterdarlık Binası ise Baltık mimarisinin şehre bıraktığı en güzel örneklerden. Sokağın ortasında durup kendimi bir dönem filminin içinde gibi hissettiğim anlarda yoldan geçen bir teyze gülümseyerek buz sarkıtlarını gösteriyor ve “Aman, binaların altında gezerken dikkat edin!” diyerek beni gerçeğe döndürüyor. Restore edilerek, eski Rus evlerinden kafelere dönüştürülmüş mekânlarda bir çay-tatlı molası vererek hem ısınıyor hem de birkaç kişiyle tanışıp konuşma fırsatı yakalıyorum. Yan masada oturmuş, Sarıkamış’ta kayak öğretmenliği yaparak geçimini sağlayan Özgür Bey, “Bu şehirde ilkbahar, yaz, kış ve kara kış vardır.” dedikten hemen sonra ekliyor: “Kars’ın eşsiz doğasının tadını bir de baharda etraf yemyeşilken çıkarmalısınız.” Başka bir masada oturan bir grup fotoğrafçı, Kars’a kuş fotoğrafları çekmek için gelmiş.
Özellikle Kuyucuk Gölü çevresi yüzlerce kuşa ev sahipliği yaptığı için, kuş gözlemcileri ve belgeselcilerinin uğrak yerlerinden. Günümü noktalamadan, siyah beyaz eski resimlerini gördüğümde çok merak ettiğim Fethiye Camii’ne geliyorum. 19’uncu yüzyıl başlarında Ruslar tarafından kilise olarak yapılan bu bina, Kars’ın kurtuluşundan sonra camiye çevrilmiş. Etrafında gezinip bahçesinde birkaç dakika geçirmek günün en güzel mükâfatı oluyor benim için. Kanlı Tabya binası olarak geçen; Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi’ndeki interaktif anlatılardan şehrin geçmişine dair bilgiler ediniyor, Özgen Beşli Sanat Galerisi’nde Kars’ın fotoğraflara yansıyan en güzel hallerine tanık oluyorum. Son günün sabahında, önceden merkezden ayarladığım bir taksiyle, Kars ve Ardahan il sınırları içinde yer alan Çıldır Gölü’ne doğru yola koyuluyorum. Çıldır Gölü’nün kış aylarında donması, üzerinde atlı kızaklarla gezinti yapmaya imkân sağlıyor. Nihayet göle vardığımda, ufuk çizgisi olmayan bir hayalin ortasındayım artık. Bu sonsuz beyazın donmuş bir gölden ibaret olduğunu ilk bakışta anlamak zor. Kars’a gelmeden önce üzerlik tohumları ve yün iplerden hazırladığım süsleri elime alıyor, kızak sürücüsü Tekin Amca’yı buluyorum.
Atı için getirdiğim süslere teşekkür ederek göl üzerindeki birkaç dakikalık gezintimizi yanık türküleriyle taçlandırıyor. Bir yandan da ömrünün geçtiği bu topraklardan ve çok sevdiği atlarından hikâyeler anlatıyor. Etrafıma baktığımda, buzun üzerinde yürümeye çalışan ve gittikçe gözden yiten renkli montlu insanları, yanından geçtiğimiz bir delik etrafına dizilmiş gezginlere, buzda balık avlama tekniklerini gösteren bir grup balıkçıyı ve kızak üzerinde çocuklar gibi şen yolcularıyla ilerleyen süslü atları görüyorum. Kulaklarımda bir doğu türküsü; kendi kendime “Tek bir kış masalı dinleyecek olsam, o masalın Kars’ta geçmesini isterdim.” diyorum. Ve ben, gördüğüm bu manzaraların etkisiyle, o masalı yeni baştan duymak için Kars’a tekrar geleceğimi biliyorum.”