Biyolojik ve kimyasal çözücü maddeler az yoğun ortamdan çok yoğun ortama göç eder, buna “Osmoz” denir. İki canlı hücre arasındaki sıvı geçişi yoğunluk farkına göre düzenlenir. Her iki hücre içindeki yoğunluk eşitleninceye veya hücre içindeki yoğunluk canlılığı idame ettirecek seviyeye gelinceye kadar sıvı alış verişi devam eder. Bu sıvı alışverişi bir denge noktasında durmazsa, hücre aşırı sıvı alır, şişer ve patlar, yada çok sıvı vererek büzüşür. Bunu önleyen ve sistemin sağlıklı işlemesini sağlayan hücreler arası sıvı alışverişini dengeleyen akıllı mekanizmalar (reseptörler, seçici geçirgen zar vb.) vardır. Bunlar sayesinde hücre iç yoğunluğunu dengede (ozmotik denge) tutar ve oluşabilecek ölümcül hasarları önler. Birçok yönüyle iller veya ülkeler arası göçler de bir çeşit ozmoz olayına benzetilebilir. Göç gerçeği iyi yönetilemezse, yani akıllı mekanizmalar iyi işlemezse hücreler arası sıvı yoğunluğu dengesindeki bozulmalar sonucu nasıl ki geri dönüşümsüz hücre hasarları oluşuyorsa, benzer şekilde, sağlıksız göçler sonucu da telafisi zor, hatta imkansız toplumsal hasarlar meydana gelebilir.
Türkiye’de” iç göçler” her zaman sosyo-ekonomik bir olgu olarak devam etmiş, bölgeler arası gelişmişlik farkı “Bir Türkiye Gerçeği ve Klasiği ” olarak süregelmiştir. Türkiye iç göçün oldukça hararetli yaşandığı bir ülke olarak değerlendirilmekle birlikte, dış göç alan bir ülke olarak da değerlendirilebilir. Bulgaristan, Irak ve Suriye’den alınan göçler örnek gösterilebilir.
Dünya’da ve ülkemizde yapılan araştırmalara bakıldığında, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde göçün birçok nedeni olmakla birlikte, en etkili ana nedenler 3 başlıkta toplanabilir.
1-İşsizlik ve gelir düşüklüğü
2-Eğitim
3-Sağlık
Bu üç ana nedenin önem sıralaması ülkelerin durumuna göre değişiklik göstermektedir, ancak işsizlik ve gelir düşüklüğü bir çok yerde birinci sırada yer almaktadır. Göçün hızla devam etmesindeki en önemli tetikleyici ve körükleyici faktör ise “istikrarsızlıktır”. Çünkü istikrarsızlık beraberinde umutsuzluk getirir, moral olarak olumsuzluk üretir.
İç göç hareketlerine göz atıldığında daha çok “Kuzeydoğudan Batıya” sürekli bir akış olduğu görülmektedir. Net göç alan illerimizin başında İstanbul, Ankara ve İzmir gelirken, net göç veren bölge olarak Kuzeydoğu Anadolu gelmekte ve Kars, Ardahan, Ağrı, Iğdır ve Erzurum illeri başı çekmektedir. Son zamanlarda göç almaya başlayan ve nispeten göç sorununu çözme yönünde olumlu sinyaller veren Gümüşhane ilini saymazsak bölgede göç iyileşmeyen bir yara olarak öylece durmaktadır. Her ne kadar Artvin ve Bayburt net göç alarak illeri kısmen iyileşme yönünde bir eğilim gösterse de, bu durumun sağlıklı bir şekilde sürdürülmesi de ayrı bir sorunsaldır. Kars, Ardahan, Ağrı ve Iğdır’dan 60’lı yıllarda başlayan göç dalgası, 80 ve 90’lı yıllarda terör hareketleriyle hız kazanmıştır. Kuzeydoğu son yıllarda vermiş olduğu göç oranlarıyla hala gündemde olmaya devam etmektedir. Kuzeydoğu illeri arasında, birçok bölge müdürlüğü, iki üniversitesi, önemli turistik kompleksleri ve daha bir çok avantajı olan, Doğu’nun parlayan yıldızlarından olan Büyükşehir Erzurum’un da büyük oranda net göç veren iller arasında olmaya devam etmesi dikkat çekici ve düşündürücüdür.
Eğer Kuzeydoğu 1960-65’ten itibaren yüksek oranda hızlı ve net göç veren iller olmasaydı, bu günkü nüfusu muhtemelen iki katı civarında olacak, bölgenin yüz ölçümüyle oranlandığında kişi başına düşen alan 15-20 dönümden fazla olmayacaktı. Bu durumda, şimdi olduğu gibi % 80 oranında sadece tarım (kısmen) ve hayvancılığa dayalı bir geçim kaynağına mahkum olsaydı durum daha da vahim olabilirdi. Bu yüzden, şimdiye kadar göçüp gidenleri “ neden doğduğunuz yerde kalmadınız, baba yurdunuzu terk ettiniz? “ diye eleştirmek ancak bir yere kadar mümkün olabilir. Kuzeydoğu Bölgesinden batıya doğru başlayıp devam eden göç “daha iyi sosyal imkanlara ve hizmetlere sahip olmak…” gibi nedenlerin yanında, çoğunlukla geçim sıkıntısı ve işsizlik vb. zorunlu nedenlere bağlı olmuştur.
Göçün meydana getirdiği sosyo-ekonomik, kültürel ve demografik değişimler, eğer göçe hazırlıklı bir zemin yoksa ciddi toplumsal sorunlar meydana getirmekte, “doğdukları yerde doymayanları” metropollerin çarpık, karmaşık ve keşmekeşli dünyasında umutsuzluk, mutsuzluk ve hüsran beklemektedir.
Göç edenlerin hatırı sayılır bir oranı geri dönmek istese de başta geçim sorunu olmak üzere bir çok sebepten geri dönmek istememektedir. Öte yandan, memleketlerindeki tüm olumsuz olanaklara rağmen her giden 3 kişiden biri geri dönmek istemektedir. Özellikle büyük şehirlerde doğup büyümemiş olanlarla orta yaş ve üzeri kesimin büyük şehirlerde mutlu olduğu söylenemez.
Geçim sıkıntısı ve memleket özlemi arasında sıkışıp kalmış yurttaşlarımızın oranı azımsanmayacak orandadır. “Ekmek parası ve gurbet yarası” ikilemi yaşayanlar için “tersine göçü” başlatmak için hala geç kalınmış değildir. Onları doğdukları yere geri döndürmeyi sağlayacak önlemler şunlardır:
1-Bölge bazlı tarım, hayvancılık ve sanayi destekleri ve teşviklerinin uygulanması
2- Tarım ve hayvancılık potansiyelinin endüstriyel boyuta taşınarak pazarlama ve rekabet gücünün artırılması
3-Bölgenin turizm ve ticaret potansiyelinin daha fazla etkin kullanılması
4-“Köye dönüş” konsepti kapsamında kısa, uzun ve orta vadede aşamalı olarak alınacak önlemler üzerine geniş tabanlı bir çalıştay yapılması, tersine göçü olumlu bir oranda sağlayacak projeler geliştirilmesi.
Öyle görünüyor ki, batıya doğru başlayan bu yürüyüşün tamamen durması mümkün görünmemektedir. Ancak hızı ve şiddeti azaltılabilir, makul bir seviyede tutularak olumsuz sonuçları katlanılabilecek bir düzeye çekilebilir.
Sonuç olarak, göçler zorunlu ve plansız gerçekleşirse, geri dönüşümsüz sosyal travmalara yol açması kaçınılmazdır. Bölgeler arası gelişmişlik makasının çok açıldığı ve bölgelere özgü köklü sürdürülebilir sosyo-ekonomik politikalar geliştirilmediği sürece iç göçler sosyo-ekonomik, kültürel ve psikolojik bir sorunsal olmaya devam eder..
Prof.Dr.Yavuz ÖZTÜRKLER
www.yavuzozturkler.net