Birtane, TBMM’de konuştu

BDP Kars Milletvekili Mülkiye Birtane, Atatürk Kültür, Türk Dil ve Türk Tarih Yüksek Kurumu ve Milli Eğitim Bütçesi konusunda TBMM’de konuşma yaptı.

Birtane’nin BDP Grubu adına Atatürk Kültür, Türk Dil ve Türk Tarih Yüksek Kurumu konusuyla ilgili yaptığı konuşma şöyle:

“Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ve bünyesindeki Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk Kültür Merkezi, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun 2012 yılı bütçeleri hakkında Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına görüşlerimizi paylaşmak üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, yukarıda ismini saymış olduğum kurumlar anayasal kurumlar olup Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumuna bağlı kamu tüzel kişiliğine sahip kurumlardır. 1930’larda kurulmuş olan Kurumun ismi zamanla değişmiş, kuruluş felsefesi ve ilkeleri, millî dayanışma ve bütünleşmede Atatürkçü düşünce, Atatürk ilke ve inkılaplarını, kültür, dil ve tarih değerlerini birleştirici bir güç olarak göz önünde tutmak, bu değerlere karşı girişilecek her türlü yabancı ve bölücü akımların bilimsel yoldan çürütülmesini esas almak olarak verilmiştir.

Evet, sayın milletvekilleri, Kurum kuruluş felsefesine uygun olarak işlevini sürdürmektedir ancak bu ilkelerin evrensel bilim kurallarına ve Türkiye'nin toplumsal, tarihsel gerçekliğine uygun olup olmadığı hiç kuşkusuz tartışma konusudur.

Şu an bu kurumların ülke olarak yaşamakta olduğumuz acıların kaynağını oluşturan tekçi zihniyetin yaşayan kurumlarından bazıları olduğunu söylemek abartı olmasa gerek.

Sayın milletvekilleri, bu kurumlar, aslında, bu ülkenin tek bir ırktan oluştuğu, bu ülkede yaşayan başkaca bir etnik gurubun kendi dilini ve kültürünü yaşatmasına gerek olmadığı, buna değer görülmediği anlayışının bir üründürler.

İttihat ve Terakkicilerin, geliştirdikleri milliyetçi anlayışın, cumhuriyet döneminde de geliştirilerek bütün topluma yayma ve benimsetme amaçlı bir projesidir.

Türkü ve Türk dilini dünyanın bütün milletleri ve dillerinden üstün gören, dünya üzerindeki bütün uygarlıkların Türklerden etkilendiğinin, “Bir Türk dünyaya bedeldir.” sözünün bir abartı olmadığının ısrarcı tezini besleyen kurumlardır.

Bütün kaba ırkçı belirlemeleri ders kitaplarına geçirmiş, Türkiye ve dünya tarihini bu ırkçı ve gerçek tarihle ilgisi olmayan bakış açısıyla yazmış, sorgulamaya kapatarak kafalara kazıtmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ders kitapları resmî olarak düzenlenmiş söylemlerin taşıyıcıları olmuştur. Militarist, cinsiyetçi söylemlere göre bireyi ve toplumu şekillendirmek öncelikli hedef hâline getirilmiştir.

Ayrıca, siyasal ve sosyal düzenin nasıl biçimleneceği bu kitaplarda veriliyor. Bu kitaplara göre bütün ülkeler ve halklar düşman, ülkede yaşayan bütün azınlıklar potansiyel tehlikedirler. Osmanlıdan tutun da Türkiye Cumhuriyeti dâhil tarih boyunca mağdur edilen her halk, her etnik grup ihanetçi, göçe zorlanan da, yerinden edilen de, katliamdan geçirilen de hep suçlu olarak gösterilmiştir. Bu ülkede vatandaşlar, Kürtleri, Ermenileri ve diğer bütün ulusları kendilerine düşman, devleti bölmeye çalışan ötekiler olarak bildiler. Bu ideoloji ve paradigmalar, hâlâ şu an Mecliste bulunan BDP dışındaki partiler tarafından da ısrarla savunulmaktadır.

Kutsanan ve herkesin uymak zorunda bırakıldığı resmî ideoloji devletin her yaptığını doğru ve gerekli bulmuştur. Devleti eleştirilmeyecek kadar ilahileştiren bu anlayış, bugün bu halkın kendi gerçekliğinden habersiz yaşamasının da sorumlusudur. Düşünmeyi, araştırmayı, sorgulamayı yasaklayan bu anlayış, devlet için katliamları, asimilasyonu ve en insani haklardan mahrum bırakılmayı da mubah görmektedir.

Sayın milletvekilleri, resmî ideolojinin dayandığı bu tez, Türk’ten başka kimseye de yaşam hakkı tanımaz. Bu anlayışa göre, bu ülkede olan herkes Türk’tür. Bırakın diğer etnik grupları, bugün sayıları 25 milyonu aşkın Kürt halkından bile söz edilmemektedir.

Cumhuriyet tarihi, cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar, Kürtlerin ellerinden alınan haklarını geri almak için verdiği her mücadeleye başka bir kılıf uydurmuş, ülkeyi bölme planları olarak göstermiştir. Bu coğrafyanın kadim halkı ve binlerce yıl geçmişi bulunan Kürtlerden resmî tarih kitaplarında sadece bir satırda söz edilmiş, zararlı görülün ve ortadan kaldırılmış bir cemiyetin mensupları olarak. İlk bakışta komik olarak görülen bu bilgiler, aslında Kürtlere yaşatılan trajedilerin temel kaynağıdır. Kürtlerin bugün yüz yüze kaldıkları haksızlık, baskı ve zulmün sorumluları tarihi bu şekilde çarpıtanlardır. Defalarca katliamdan geçirilmiş bu halk, resmî tarihin bu kafatasçı anlayışı nedeniyle bugün bile yok sayılmaktadır. Kürtlerin tarihi, edebiyatı, dili, müziği hakkında hiçbir belge Kürtler adına Türk Dil ve Tarih Kurumunun kaynaklarında mevcut değildir. Bugün hiçbir ders kitabında Dersim, Zilan, Agiri katliamlarından bahsedilmemektedir.

Değerli milletvekilleri, bu kurumlar siyasileşmiş kurumlardır. Türk Tarih Kurumunun bilimsel hiçbir kaygısı yoktur her ne kadar bilimsel çalışma yaptıklarını söyleseler de. Bilimsellikten uzak, gerçekle bir ilgisi olmayan bu kuruma ayrılacak bütçe, artık, yeni bir tarihin yazılması, bu ülkede yaşayan diğer unsurların tarihteki gerçek yerlerinin anlatılması için ayrılmalıdır, ders kitapları yeniden yazılmalıdır.

Türk tarihinin yanında bu ülkede Kürt tarihinin ve diğer tüm etnik grupların da varlığı kabul edilerek, kitaplar baştan sona yenilenmelidir. Ders kitapları öyle masa başında oturularak anlı şanlı tarihin kusursuz geçmişi uydurmacası ile değil objektif ölçülere göre yazılmalıdır diyoruz.

Kitaplarda ötekileştirme, azınlıkları düşman, herkesi Türk, halkların hak talepleri ülkeyi bölme, parçalama arzusu olarak gösterilmekten vazgeçilmelidir. Osmanlı dönemini, cumhuriyet dönemini her yönüyle anlatan güvenilir tarih kitaplarına ihtiyaç vardır. Türk tarihi bugün ders kitaplarında yer aldığı gibi anlatılmaya devam ederse, tarih bilinci bu temelde oluşturulursa ötekinin varlığını kabul etmek ve ettirmek çok zor olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugüne kadar Türk Dil Kurumu da yukarıda kısaca belirtmiş olduğum resmî ideolojiye hizmet etmiştir. Türk Dil Kurumu sözlüğünde Kürtçeden alındığı belirtilen bir tek kelime bile bulunmamaktadır. Oysa asırlardır bir arada yaşamış olmanın getirdiği sosyolojik bir gerçeklik olarak, bu halkların dili ve kültürleri birbirlerinden etkilenmişlerdir. Bu durumun bir sonucu olarak Kürtçeden Türkçeye geçen yüzlerce kelime olmasına rağmen, Türk Dil Kurumu sözlüklerinde bu kelimelerin ya Farsça kökenli olduğunu ifade etmiştir veya doğu ve güneydoğu bölge ağızlarında kullanılan sözcükler olarak yer vermiştir. Yalnız, eğer Türk Dil Kurumunun bir projesi -ki bu projeyi çok önemli buluyorum- tarafsız ve bilimsel gerçeklere dayandırılarak hayat bulursa, işin sevindirici bir boyutunu da sizlerle paylaşmak isterim: Türk Dil Kurumu, Türkçe dilindeki sözcüklerin etimolojik çalışmaları projesini 2013 yılında tamamlayacaktır. O zaman, Kürtçe ve Türkiye'de asimile edilmiş diğer dil kökenli sözcükler de belirtilirse gerçek bir çalışma olduğu kabul edilecektir. Bugün, bütçeden -her dönem olduğu gibi- bu kurumların tümüne pay ayrılmaktadır. Bilimsel ve tarafsız olduğu sürece bu payın ayrılması son derece normaldir diyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu kurum bu ülkede yaşayan sadece bir halkın dil çalışmalarını yürütmektedir ancak ülkemizde bir de baskısız, insanların “Ötekileştirilirim” korkusu olmaksızın yapılacak objektif bir nüfus sayımı olduğu takdirde, Türk nüfusu kadar Kürt ve başka halkların nüfusunun da var olduğu gerçeği ortaya çıkacaktır. Peki, bu halklar dillerini nasıl öğrenecekler, sadece konuşarak mı? Biliyoruz ki bilimsel olarak bir dilin yaşayabilmesi için ancak ve ancak eğitim dili olması gerekiyor; aksi takdirde, resmî istatistiklere göre bugün, Türkiye’de konuşulan yirmi sekiz tane dilden birçoğunun da önümüzdeki yirmi-yirmi beş yıl içerisinde yok olması kaçınılmaz olacaktır. Resmî ideoloji uyguladığı politikalarla milyonlarca Kürt’ün ve diğer halkların dillerini kendilerine unutturdu. Türkçe dili geliştirilmeye, diğer diller unutturulmaya çalışıldı. Şimdi soruyorum: Bir dili yüceltmek ötekini değersizleştirmeyi gerektirir mi? Buna sessiz kalınabilir mi? Bu, eşitsizliğin açık bir göstergesi değil midir? Bugün, burada bile içimizde Kürtçeyi bir dil olarak görmeyenler var. Mahkemelerde insanlar kendi ana dilleriyle savunma yapamamakta, mahkemelerde bu dil, bilinmeyen veya anlaşılmayan dil olarak kabul edilmekte. Bu eşitsizliğin bir an önce giderilmesi, bu ayıbın bir an önce ortadan kaldırılması için bütçeden, Kürtçenin eğitim dili olması için yapılacak çalışmalara ödenek ayrılmalıdır. Kürt dilinin eğitim dili olarak kabul edilmesinin yanında, bu kurumlara ayrılacak ödeneklerin bir bölümü de en kalabalık halk olması itibarı ile Kürt dili çalışmaları için ayrılmalı, her zaman övündüğümüz ve dillendirdiğimiz, ülkemizin zenginliği olarak gördüğümüz tüm halkların dillerinin de yok olmaması için bu bütçenin kullanılması sağlanmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, Hindistan'da 20, İsviçre’de 4, Belçika'da 3, Avusturya'da 4 dil ve daha sayamayacağım onlarca ülkede ikiden, üçten fazla resmî dil kullanılmaktadır, Bulgaristan'da da Türkçe ve Romanca bölgesel diller olarak kullanılmaktadır. Görüyoruz ki birden fazla resmî dil şimdiye kadar hiçbir ülkeyi bölmedi. Bizi de bölmez, bundan korkulmamalıdır. Çünkü ne kadar yok sayılır ve değersizleştirilirseniz, çevrenizde de o kadar çok sorun yaratırsınız.

Umuyor ve diliyoruz ki ülkemizde yapılacak yeni anayasada bu yönlü, dillere ve kültürlere özgürlük ve güvence sağlayacak düzenlemeler yapılarak eşit yurttaşlık temelinde bir yaşam sağlanmış olsun.

Bu ülkede yaşayan diğer etnik grupların da bu ülkenin vatandaşı olduğunu ve devlete her türlü vergiyi ödedikleri gerçeğini de göz önünde bulundurduğumuzda, bu bütçeden de pay sahibi olduklarını kabul etmek durumundayız. Bütün bu değerlendirmelerden sonra bu Kurum’un isminin Anadolu ve Mezopotamya Dil, Tarih ve Kültürleri Araştırma Kurumu olarak değiştirilmesini öneriyoruz.

BİRTANE’NİN MİLLİ EĞİTİM BÜTÇESİ KONULU KONUŞMASI İSE ŞÖYLE:

“Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2012 Bütçesi Hakkında partimizin görüşlerini paylaşmak için söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli Milletvekilleri Konuşmama Milli Eğitim Bakanlığının kronikleşmiş sorunlarına dikkat çekerek, Milli Eğitimin 21. yüzyılın ruhuna uygun demokratik, bilimsel ve köklü yapısal değişikliklere ihtiyacı olduğunu belirterek başlamak istiyorum.

Toplumu şekillendiren, bireyi hayata hazırlayan bu kurumun, Türkiye’de insanın geleceğe dair umudunu tüketen, canından bezdiren, bilimsellikten uzak, yaşam becerisi kazandırmayan bir misyon yüklendiğini vurgulamak isterim.

AKP hükümetinin iktidara geldiğinden beri, eğitimle ilgili övündüğü en önemli icraatı, ders kitaplarının ücretsiz olarak dağıtılması olmuştur. Bundan başka da dişe tırnağa dokunur tek icraatı yoktur. Öyle ki sanki bütün mesele ders kitaplarının ücretli olması imiş gibi, bu icraatını politik bir malzeme olarak da kullanmış, özellikle köylerde bunu bir oy propagandası olarak devreye koymuştur.

Bir taraftan ders kitaplarını ücretsiz vermiş, diğer taraftan da ders kitaplarının ücretlerini ona- yirmiye katlayacak onlarca dergiyi ve ek kitapları alma zorunluluğu getirmiştir.

Bir taraftan kayıt parası alınmayacağını söylenmiş, diğer taraftan kayıt parası vermeyen öğrencinin kaydı yapılmamış, okulların hizmetli, temizlik ve ısınma gibi giderlerine yeterince ödenek ayırmamıştır.

Eğitimin kalitesi yükseltilecek, eğitimde köklü reformlar yapılacak denmiş, diğer taraftan okullar işlevsizleştirilmiş, öğretmenler ekonomik koşullarının zorluğu nedeniyle kendi öğrencisine sınıfta değil de kurslarda paralı ders vermeye mecbur edilmiştir.

Okullar eğitim veren yerler değil, diploma veren işlevsiz ve teknik işleri yürüten kurumlar haline getirilmiştir.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri; Kız çocuklarının okullulaşma oranları ile ilköğretimden ortaöğretime geçiş oranlarını artırmak amacıyla, kız çocuklarına ve ortaöğretime devam eden öğrencilere destek verilecek denmiş, 3 ayda bir 25-30 lira, ya verilmiş, ya da verilmemiştir.

Bu incitici uygulama ballandırıla ballandırıla anlatılmış, bir kitap parası bile etmeyen 25 lira, eğitimde reform adımı sayılmıştır.

Kahvelerin işsizlerle dolduğu, ailesinde tek çalışanı bile olmayan, bir geliri bile bulunmayan Kars’taki, Iğdır’daki, Hakkari’deki, Sinop’taki, Tokat’taki çocukları 25-30 lira ile mi kurtaracaksınız? Bu kandıran, göz boyamacı uygulamalarla bir enkaza dönmüş eğitim sisteminde, işlerin yolunda gittiğine kimleri inandırabilirsiniz?

Bu gün Türkiye’de hala, okulların üçte ikisinde ikili eğitim yapılmakta, birleştirilmiş sınıflarda eğitim ve taşımalı eğitim uygulamaları sürmektedir. Taşımalı eğitimde öğrenciler, servislere balık istifi şeklinde bindirilmekte, öğlen yemeği verilmemekte, ya da öğün bir meyve suyu bir kraker ile geçiştirilmektedir.

Zorunlu olan ilköğretimde okullaşma oranı %98’lerde, ortaöğretimde okullaşma oranı hala %60’lardadır. Okula gitmeyenlerin önemli bir bölümünü yine kız çocukları oluşturmakta. “Haydi kızlar okula!” , “anne kız okuldayız!” projeleri birer asimilasyon projesi olmaktan öteye gitmemiştir. Bu kapsamda okula kaydı yapılan öğrencilerin sayısı ile okula devam eden öğrenci sayısı arasında büyük bir farklılık var.

Değerli milletvekilleri; Bilimsel olarak biliyoruz ki, bir çocuğun kişilik oluşumu 0-6 yaş aralığındadır. Anadiliyle eğitim görmeyen çocukların zihinsel gelişimleri, öğrenme yetenekleri ve sağlıklı bir kimlik edinme şansları ortadan kaldırılmıştır. Ayrıca asimilasyonun boyutları daha da derinleştirilerek, anadili unutturmak için okula başlama yaşı küçültülmüştür. Erken yaşta okula başlama öğrenmede etkili bir yöntem olabilir, ancak çocuk eğer kendi anadiliyle eğitim görürse…

Değerli Milletvekilleri; Diğer taraftan, engellilerin eğitim hakkından yararlanmalarında yaşadıkları sorunları gidermek için bütçeden yeterli kaynak ayrılmıyor. Engellilere ait eğitim merkezleri ihtiyaca cevap verecek sayıda değil; öğretmen, rehberlik uzmanı, psikolojik danışman ve yardımcı hizmet personeli istihdamı son derece yetersizdir.

Türkiye’de okul ve derslik sayısında da hala yetersizlikler mevcut. Köylerin çoğunda sıralarda üçerli dörderli oturulmakta, çocukların spor yapacakları, kültürel aktivitelerde bulunacakları fiziki ortamlar bulunmamaktadır. Okulların fiziki yapı ve donanım açısından yaşadığı eksiklikler giderilmiş değildir.

En son yaşadığımız Van depreminde, deprem tehlikesine karşı güçlendirildiği iddia edilen bütün okullar çökmüş, barınma yerleri olmayan adeta zulüm yaşatılan öğretmenler, enkaz haline gelen bu eğitim sisteminin kurbanları olmuştur.

Evet bir başka sorun da Eğitimin kanayan bir yarası olan, çocuklara cinsel taciz ve tecavüzlerle gündeme gelen YİBO‘lar. Bu okullar kalitesiz eğitimin, asimilasyonun merkezleri olmaya devam etmektedirler. Yerleşim yerlerinden uzak, hiçbir ihtiyacı tam olarak karşılanmayan öğrenciler, buradaki zor koşullara dayanamaz hale gelmekte ve okuldan ayrılmayı tercih etmektedirler.

Bölgeler arası makasın gittikçe açıldığı Türkiye’de, İlköğretimde okullaşma oranı Türkiye genelinde %98 iken; Hakkâri’de %85, Bitlis ve Muş’ta %87, Van’da %88, Bingöl’de %91, Ağrı’da %93’tür. Ortaöğretimde okullaşma oranı oldukça düşüktür. Türkiye geneli %65 iken; Ağrı’da %22, Muş’ta %23, Van ve Bitlis’te %28, Bingöl’de %36, Hakkâri’de %41 ve Kars’ta % 48’dir. Orta öğretimde okula devam etme oranı da oldukça düşük olup, 2008-2009 öğretim yılında 360.000 gencimiz liseleri diplomasız olarak terk etmiştir.

Eğitim Reformu Girişimi’nin verilerine göre, her gün 2000 öğrenci okulu terk etmektedir. Türkiye’de 15-19 yaş arası ne öğrenci, ne de çalışan konumunda olan gençlerin oranı kızlarda % 40, erkeklerde %25’tir. Oysa OECD ortalamalarına baktığımızda bu oranın % 9 ve % 8 olduğunu görmekteyiz.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri; Türkiye’de dershaneye gitmeyen öğrencinin üniversiteye girmesi neredeyse imkansız hale gelmiştir. Üniversiteyi bitiren öğrenci de dershaneye gitmeden, KPSS’yi kazanamaz olmuştur. Peki öğrenciler ilkokulda, lisede, üniversitede acaba ne öğreniyor ki bu sonuç yaşanıyor? “Bu durum doğrudan ezberci ve bilimsellikten uzak olan eğitimin kalitesiyle bağlantılıdır” diyoruz.

Madem okuldan aldığı bilgi ile öğrenci bir yere yerleşemiyor, yaşam becerisi kazanamıyor, bir mesleği yapma yeterliliğine kavuşamıyorsa, o zaman okulların ne fonksiyonu var? Okullar öğrenme kurumları değil midir? Dershaneye gidemeyen öğrenci ne yapacaktır?

İlköğretimden başlayarak bir yarış içine sokulan çocuklarımız arasındaki eğitim rekabeti, dershanelerle daha da artmış; dershaneler, okullarda verilen eğitimin niteliğini tamamen yitirmesine neden olmuştur.

Değerli Arkadaşlar; Eğitimdeki bu kötü gidişatın en önemli nedenlerinden biri de öğretmen açığıdır. Milli Eğitim Bakanı’nın yaptığı açıklamaya göre, 146 bin 194 öğretmen açığı mevcut, diğer taraftan 400 bine yaklaşan atanamayan işsiz öğretmen var. Peki bu öğretmen açığı nasıl giderilmeye çalışılıyor???? Kadrolu öğretmen yerine, sözleşmeli, ücretli ve vekil öğretmenlerle… Üstelik Sayın Milli Eğitim Bakanı, bu bin bir zahmetle okulu bitiren öğretmen adaylarına “Atanmayacaksınız ! Kendi ilgi ve yeteneklerinize göre iş bulun” talimatı vermiştir. 

Sayın Milletvekilleri; Bu gün hala ders kitapları yenilenmiş değildir. Bu konuda birkaç yüzeysel çalışma dışında bir ilerleme sağlanamamıştır. Ders kitaplarındaki ırkçı, cinsiyetçi, ayrımcı, bilimsellikten uzak unsurlar ayıklanmış değildir. AKP’nin eğitim politikasına baktığımızda; eğitimde ticarileştirme ve özelleştirme uygulamalarının arttığı görülmektedir.

Esnek ve güvencesiz istihdamın arttığı, kamu okullarının satışa çıkarıldığı, kamu kaynakları ile özel okullar ve üniversitelerin desteklendiği, müfredatın piyasacı ve gerici bir içerikte yeniden oluşturulduğu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın merkez ve taşra teşkilatında yaşanan yoğun siyasi kadrolaşma uygulamalarının yaşandığını görmemiz mümkündür.”