Çözüm Çadırları Devrim Kaleleri

Mahmut Alınak, "Çözüm Çadırları Devrim Kaleleri" ni yazdı...

BDP’nin birçok şehirde kurduğu çözüm çadırları ile gündeme gelen sivil itaatsizlik asıl olarak yönetenlerle ilişkiyi kesmek demektir. Bunda amaç yönetilmeyi reddetmek, yönetenleri besleyen damarları kurutarak yönetemez hale getirmek ve devrime yürümektir. Sivil itaatsizliğin bu özelliği nedeni ile bazı siyasi ve ekonomik talepleri duyurmak üzere yapılan protesto, miting ve basın açıklamalarını - kopuş düşüncesi taşımadıkları için- bu kategoride değerlendirmek mümkün değildir. Yine icazetli-izinli eylemler de ne kadar gürültü koparırsa koparsın sivil itaatsizlik olarak kabul edilemez. Çünkü sivil itaatsizlikte diyalog ve iletişim kurma arzusu değil, tam bir kopuş, bir reddediş ve kanunları çiğneme hali vardır. Sadece bu da değil, sivil itaatsizliğin başka önemli bir ayağı da alternatif kurumlar oluşturarak egemen kurumları iflas ettirmektir.

Dünya’da sınırlı da olsa bazı sivil itaatsizlik örnekleri vardır. “Sivil direniş” sözünün babası Thoreau, vergi borcunu ödemeyip hapse girmiştir. Thoreau devlet yönetimi ile ilişkisini kesmek için bir süre de ormanda yaşamını sürdürmüştür.

Mahatma Gandhi ise Hindistan’da sömürgeci İngilizlerin tekstil sektörünü çökertmek için halkı kendi giysilerini örmeye yönlendirmiştir. Yine İngilizlerin tuz tekelini kırmak için ünlü tuz yürüyüşünü başlatmış ve başarılı olmuştur. İngiliz yönetiminin yasakladığı kitapları köy köy dolaşarak sattığı söylenir. Sömürgeci ekonominin hayat damarlarını kesmek için bazen kişisel uç tavırlar da sergilemiştir. Daha genç bir avukat iken, sömürgeci ekonomiye katkıda bulunmamak için berbere gitmemiş, alaya alınmasına aldırmadan kendi kestiği tuhaf görünümlü saçıyla adliyeye gitmiştir.

Gandhi gerçekleştirdiği sivil itaatsizlikler yüzünden yıllarca hapis yatmış ve sonuçta İngiliz yönetimini dize getirmiştir.

Rosa Parks vakasını bilirsiniz. Bu Amerikalı siyah kadın otobüste beyazlara ayrılan bir koltuğa dalgınlıkla oturmuş, ama tüm ikazlara rağmen koltuktan kalkmamıştır. Rosa Parks bu tavrı yüzünden cezalandırılınca Martin Luther King’in önderliğini yaptığı siyah halk, otobüsleri protesto etmiştir. Otobüsler boş koltuklarla sefere çıkınca, yönetim iki hafta sonra o ırkçı uygulamayı sonlandırmak zorunda kalmıştır.

Tarihe geçen başka sivil itaatsizlik örnekleri de var. İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman ordusu işgal ettiği Danimarka'da, Yahudileri kolaylıkla seçebilmek için arkasında sarı yıldız bulunan elbiseler giymeye mecbur etti. Ama Danimarka halkı, Yahudilere karşı girişilen bu uygulamayı kabullenmedi. Aralarında kralın da bulunduğu hemen herkes, sırtı sarı yıldızlı giysilerle çıktı sokağa. Danimarka halkının bu tavrı, Yahudilerin tanınmasını da engelledi. Naziler, hareketin lideri olarak gördükleri Danimarka kralını kontrol altında tutabilmek için çok hasta olduğunu açıklayarak saraya hapsettiler. Ancak Danimarka halkı, ülkenin hemen her yerindeki çiçekçilere gidip krala götürmek üzere buketler hazırlattılar. Kısa sürede günlük hayat işlemez duruma gelince, Nazi yönetimi, kralı özgür bırakmak zorunda kaldı.

Amerika'da ırkçılık karşıtları, ırk ayrımı gözeten dükkanlardan alışveriş yapmıyor, bu tip otobüslere binmiyordu. Ayrıca, Vietnam'a gitmek istemeyen gençlerin askerliğe çağrı belgelerini herkesin gözü önünde yakması, savaş karşıtlarının devlete vergi vermek yerine sivil itaatsizlik makalesi hediye etmesi önemli sivil itaatsizlik örneklerdir. “Amerika, Vietnam savaşını Amerika’da kaybetti” sözü o zaman söylenmiştir.

Letonya ve Estonya halkı da Rus askerlerle kendi dilleri ile konuşarak etkili bir sivil direniş sergilemişlerdir.

Görüldüğü gibi dünya siyaset tarihi sivil itaatsizlikler konusunda pek zengin değildir. Türkiye ve Kürdistan tarihi ise bu mücadele şekline epey yabancıdır. Sizi sıkmayacaksam bunu bir örnekle açıklamak isterim: 2007’de Kars Mahkemesi caddelere Deniz Gezmiş, Musa Anter ve Vedat Aydın adının verilmesini istediğim için beni hapis cezası ile cezalandırdı. 2008’de de Roj TV’de yaptığım bir konuşma nedeni ile cezalandırıldım. Mahkemeler bu hapis cezalarını paraya çevirdi. Parayı ödesem hapse girmeyecektim. Ama ben, ‘Özgürlüğümü parayla satın almayacağım’ diyerek hapse girmeyi tercih ettim. Gel gelelim bunu kimseye anlatamadım; bazıları bu hareketimle alay edip güldü, bazıları da şov yaptığım yaygarasını kopardı. Beni sevenler ise kendimi yok yere heba ettiğimi söyleyip üzüldüler. Anlaşılamamak direncimi fena halde kırmıştı.

Ama şimdi durum değişiyor, Kürt siyasetçiler yeni bir atılım içinde. Başta Diyarbakır mahkemesi olmak üzere birçok mahkemede Kürtçe savunma yapmaları bu alanda bilinçlendirici bir rol oynuyor ve yeni bir kültür oluşturuyor. Eylemin başarıya ulaşması için benzer sivil itaatsizliklerle beslenmesi ve takviye edilmesi gerekiyor.

Aslında sivil itaatsizlikleri yaygınlaştıracak büyük bir birikime ve potansiyele sahibiz. Thoreau, Danimarka Kralı, Gandhi ve M. Luther King’in projelerini zenginleştirmek ve daha da ileri götürmek acil bir görev olarak önümüzde duruyor.

Bu genel değerlendirme karşısında, kepenk kapatmanın sivil itaatsizlik izlik olup olmadığı sorusu akla gelebilir. 1988’de Kars milletvekili iken, Meclis kürsüsünde esnafları kepenk kapatmaya çağırdığımı hatırlıyorum. Sanırım o zamanlar ilk İdil esnafı kepenk kapatmıştı. Bugün dönüp geriye baktığımda, yaptığım şey acaba doğru muydu diye sormaktan alıkoyamıyorum kendimi. Esnafın kepenk kapatmış olması acaba devletin ne kadar umurundaydı? Ekonomik kayba uğrayan esnaf mı, yoksa devlet mi sıkıntıya girmişti?!

Diyarbakır’da çözüm çadırı kurulunca birkaç hafta içinde devrim olacakmış gibi sevindik. Artık geri dönülmez bir yola girildiğini düşünmüştük. Milyonlar alanları zapt edecek ve devrim ateşi dört bir yanı saracak sandık. Ama ne olduysa çözüm çadırı yirmi dört saat geçmeden kaldırıldı. O ümit çadırını ayakta tutan demirler sökülürken, Süleyman Demirel’in ünlü, “Yollar yürümekle aşınmaz” sözü çınlıyordu kulaklarımda. Oysa çadırsız da oturma eylemi sürdürülebilirdi. Orası Mısır’ın Tahrir Meydanı’ndan daha da güçlü bir kitleye ev sahipliği yapabilirdi.

Anlaşıldı ki çadırlar kurulurken çantamızda bir B planı yoktu. Bu nedenle sadece çadır kurmakla kaldık. Biri çıkıp, hani oturma eylemleri talepler kabul edilinceye kadar sürecekti, diye sorsa verecek bir cevabımız yoktur. Yakın geçmişte canlı kalkan eylemi adı verilen iki girişimin nasıl sonuçlandığını hepimiz biliyoruz. Bu tarihi kavramları enkaza çevirirsek bir zaman sonra güvenilirliğimizi hepten kaybedebiliriz.

Gün bu çözüm çadırlarını birer devrim kalesine dönüştürme günüdür. Çadırların çevresinde dağ gibi ateşler yakmalı, tüm dünyayı halkımızın görkemli devrimini temaşaya çağırmalıyız. Kemalist (militarist) TBMM üzerine gerçekleşmez hayaller kurmaktansa devrim üzerine hayaller kuralım. Meclis’e yirmi değil yüz milletvekiliyle de girsek inanın bir şey değişmeyecek. Bu nedenle ta 2007’de artık milletvekilliğine aday olmayacağımı ve adaylık için başvurmayacağımı açıklamıştım. Çünkü oraya gittim ve gördüm. Oradan Kürdistan ve Türkiye halkları yararına bir şey çıkmaz. Özgürlüğü elde edeceğimiz yer Meclis değil, hayatın içidir. Günlük hayatın bize sunduğu pek çok avantaj var. Bu avantajları cesaret ve profesyonelliği birleştirerek kullanırsak akıllara durgunluk veren mevziler kazanabiliriz. Denetimi mümkün olmayan çeşitli sivil itaatsizliklere girişip hükümetlerin soluğunu kesebiliriz.

Hep acı bir tebessümle hatırlarım, DTP Kars il örgütü 2006 yılında Kars’ta bir teneke çalma eylemi başlatmıştı. Bu eylem destek bulup mahşeri bir gürültüye dönüşse çok büyük sonuçlar doğurabilirdi. Bir de resmi dil protestosu ile birlikte kimliklerimizi bırakarak sokağa çıkmıştık. Kimliksiz olduğumuz için devlet kimin kim olduğunu bilemeyecek ve böylece kontrolü tamamen kaybedecekti. Yararsız bir polemiğe girmemek için nedenlerini kurcalamayacağım, ama sesimizi duyuramamış ve bu sivil itaatsizlikleri yaygınlaştıramamıştık. Taş atan çocuklar gün boyu sokaklarda teneke ve düdük çalsaydı yer gök inler, teneke ve düdük sesleri dünyanın öbür ucunda duyulurdu.

Biz o zaman teneke, tencere ve düdük seslerinin Recep Tayyip Erdoğan’ı evinde ve başbakanlık koltuğunda günün yirmi dört saati zıplatacağını hayal etmiştik.

Ama olmadı…

Ben de üç yıl çalışarak Tarihin Çarmıhında- Güneş Ülkesi romanıma döktüm içimi. Şengal azgın bir işgal altında iken, büyük siyaset ustası Mezın’ in başını çektiği sivil halk ordusu o esaret zincirini kırıp Şengal’i tüm dünyanın en özgür, en mutlu ve en zengin ülkesi yaptı.

Yukarıda belirtildiği gibi, tarihin akışını devrim yönünde değiştirecek büyük bir potansiyele sahibiz. Çözüm çadırları birer devrim kalesi olmayı bekliyor.

Mahmut ALINAK

Özgür Politika