Kafkas Üniversitesi’nden Prof. Dr. Savaş Öztürk’ün, “Prof. Dr. Abamüslüm Güven’in anısına: Eyvallah gözüm!” yazısı:
Off be hoca!. Off of!..
Öyle bir haber aldık ki dostların olarak!.. İçimiz yandı, yakıştıramadık genç yaşına ve güleç yüzüne… Aslında biliyorduk sona geldiğini… Ama…
Düştük Ankara yollarına, çok sevdiğin memleketinden uzaktaydı cansız bedenin…
Dostlarının kimisi geride bıraktığın ailenin yanında aldı soluğu, kimisi morgda…
Ahh hoca… Karşıyaka morgunda bir çekmecedeydi cansız bedenin… Nasıl da teslim almıştı seni, o kalleş ölüm!..
Gözlerin yarı açıktı hoca…
Yarım bırakılan bir hayatı anlatıyor gibiydi, gözlerin…
Tutun elimden, kaldırın diyecekmiş gibi hafif aralıktı dudakların…
Ahh hoca, bakışların asılı kalmıştı yaşamın akışında…
Son direnişin çetin geçmişti, belliydi!..
Yenilmiştin, kederliydi yüzün…
Doymamıştın, doyamamıştın!
Ya ardındakiler…
Eşin, mücadele yoldaşın doydu mu sanıyorsun?
Yaşamının son cümlesini kurduğun, hastalığa yenik düştüğün için özür dileyerek elveda dediğin can yoldaşın…
Doymadı, doyamadı!..
Ya kızların… O dünya tatlısı güzellerin…
Kötü günlerinde koynunda teselli edeceğin, gözlerindeki yaşı emeceğin…
Başarılarında yüreklerinden öpeceğin kızların…
Ahh hoca… gelinliklerine al kuşaklarını takamayacağın meleklerin…
Doymadılar, doyamadılar babalarına…
Ya Erdeniz’in… Biliyordun, vakit azalıyordu, gidecektin… İsyan ettin adını bile anmak istemediğin o lanet hastalığa, kansere, kemoterapi illetine… Bir anısı daha kalmalıydı oğlunun, babasıyla!.. Kirvelere haber ettin… Kurdun düğün alayını, çaldı davullar, buyurun dostlar Eroş’umun sünneti var…
Darısı kızlarının ve oğlunun düğününe diyenlere, acıyla gülümsemiştin hoca…
Şimdi!.. Gel de anlat Erdeniz’ine… Oğlun henüz senden başkasını dinleyecek yaşta da değil hoca…
Ahh hoca… Bu durumunda şaire sığınmaktan başka çare yok … “yüzün nerde, baba nerde/bana tatlı tatlı gülen/…şimdi nerde uzakta mı?/uzak nerde söyle annem” (Muzaffer Erdost)…
Baban, annen, kardeşlerin hoca…
“10 yaşında babamı kaybettim, çalıştım çabaladım aile kurdum, şimdi genç yaşında oğlum öldü” diye feryat ediyordu baban… Kur’an-ı Kerim’i hatmettiği için köyde cenazeleri dualarıyla kaldırırmış baban… Bu kez oğlunun cenazesini yıkanmasına yardım etti, sonsuz bir acıyla… Ve “yüce rabbim zorda bıraktın” diyerek dağladı tüm yürekleri… Annen ağıtlar yakarak inletiyordu yeri, göğü…
Kardeşlerin, kardeşlerin hoca
Doymadılar, doyamadılar!...
Dostların, dostların hoca…
Hani son günlerinde sırf “sağlıklı” oldukları için senden utanan, sana telefon edemeyen dostların, nasılsın diyemeyen, fakat telefon mesajlarıyla sana umut vadeden dostların…
Hani son zamanlarında sırf kısılmış, titrek sesini duymasınlar diye telefonlarına çıkmadığın dostların…
Doymadılar, doyamadılar güleç yüzüne…
Ahh hoca, ağzınla kuş tutsan yaranamayacağın insanlar da vardı.
Rektörlüğünün ilk aylarıydı. Hızlı başlamıştın. Ölmemeliydi bu yörenin insanları Erzurum yollarında. Senin rektörlüğünden uzun yıllar önce kurulan, ama tabelası bile olmayan Tıp Fakültesi’yle başladın işe. Tez zamanda hasta bakacak duruma getirdin, ikili ilişkilerinle… Bu da yetmedi, Araştırma Hastanesi gerekliydi. Attın temelini… Ve görev süren bitmeden, bitirdin… Rahat ol hoca, açılışı yapanlar oldu… adın olmasa da sen varsın her tuğlasında, bilen bilir…
Önce kızlarımız dedin, düştün yollara… Kız yurdu, Kars’taki inşaat sezonunun kısalığına inat, çok geçmeden konuk etmeye başladı her yöreden kızlarımızı… Bu da yetmedi, başlattığın yeni yurtların inşaatı devam ediyor, başında bulunup hızlandıramasan da!..
Yapımını başlattığın lojmanlar, sen ölmeden bir gün önce dağıtıldı… “Hayırlı olsun gözüm, adaletli dağıtılsın yeter” derdin hayatta olsaydın!..
Kars’ta yol yapılabileceğini göstermek istedin… Yerleşke içindeki yolları, İnsana yakışır hale getirmen çok sürmedi hoca…
Hangi birini sayayım hizmetlerinin… 4 yılda üniversitenin nereden nereye geldiğini kör olmayan gözler görebiliyor hoca!.. Rahat uyu!..
Birinci de olsan üniversitede yapılan son seçimlerde, atanamadın… Çünkü hizmet kriter değil benim ülkemde, sen de biliyordun ama inanmak istemiyordun… Stres hastalığını ilerletir diye korktu dostların, aday olmanı istemediler pek… Ama o kadar temizdi ki yüreğin, “üniversitem için YÖK’le, Cumhurbaşkanı’yla uyumlu çalıştım, hizmetlerim saymakla bitmez, atanmamam için hiçbir neden yok” dedin ve düştün yollara… Dedin, dedin de olmadı be hoca… Ülkem adına özür dileriz, dostların olarak senden hoca…
Haa, unutmadan!.. Hani görev sürecinin başlarıydı, bazı öğretim üyeleri memleketlerindeki üniversitelere geçiş yapmışlardı, hem de istifa yoluyla… YÖK’e karşı olanlar, başkanlığı aldıktan sonra birden bire değişmişti, artık muvafakata gerek yok diyorlardı, istifa yeterliydi geçişlerde!.. Sonrasında “BEYİN GÖÇÜ VAR” diye haberler yaptırıyorlardı rektörlüğünü hazmedemeyenler… Kısacası hoca, sen ayrıldıktan sonra giden gidene, ne haber var bununla ilgili, ne de sitem, senin zamanında o haberleri yaptıranlar ya buradan gittiler, ya da her nedense artık suskunlar!… Olsun be hoca, moralini bozsa da o günlerde bu haberler, sen yine devam ettin bildiğin yolda…
Dilekçeleeer, dilekçeler, isimli-isimsiz… Bir yandan denetçiler, bir yandan yapılması gereken hizmetler…
Ahh hoca, uzun bir listeyle YÖK’e sunulmuştu üniversiteyi yöneten aleviler işte bunlar diye… Altında yasalara inat, insanların dinsel kimliklerinin suç olduğuna dair belgeye imza atanlar!... Vay be hoca, o dilekçeyle birçok çalışma arkadaşın alevi olduklarını öğrendiler!.. Etnik ve dini bölücülüğe karşı olan sana, dostlarına bunu da yaptılar işte… Bu toplum böyle ayrıştırılıyordu, sen de bunu çok iyi biliyordun ve acı çekiyordun… Bu dilekçeye imza atanların akademisyen olması ve kendini bilim adamı olarak tanımlamaları acını/mızı bin kat daha çoğaltıyordu… Yine de her zaman olduğu gibi “inadına kardeşlik” dedik ve sustuk!.. Bu durumda n’apabilirdik? Alevi olmadığımızı mı ispatlamaya çalışacaktık, yoksa bunların mezhepsel ayrımcılık yaparak suç işlediğini mi?.. Sustuk, suçsa Alevilik, hepimiz aleviyiz dedik ve sustuk bir kez daha!..
Oysa bilmedikleri bir şey vardı, cenaze töreninde bile bunu dert etmedi senin ailen, tutturmadı Cem Evi’nde tören olsun diye… “Er kişi niyetine” dedi imam ve saf tuttu dostların camiinin avlusunda, tabutunun önünde… Ülkemdeki bütün inançlar özeldir ve güzeldir senin için, ve dostların için… Bir de bunu dini siyasete malzeme yapanlar anlasa, ne güzel olurdu değil mi hoca?..
Şu anda üniversiteyi yönetenlerin etnik ve dini kimlikleri ne seni ne de dostlarını ilgilendiriyor… Bu ilkel düşünce bize yaraşır mı?.. Bu da böyle biline hoca!...
2009 yazıydı, ortalıktan kayboldun birden bire… Basit bir hastalıktı bizim duyduğumuz… Ahh be hoca, nasılda gizlemeyi başardın uzun süre… Lanet olası kanserdi sana musallat olan… Her şey yolunda gidiyordu başlangıçta, arada moralin bozulsa da sımsıkı bağlanmıştın hayata, ve üniversitene… 1.5 yıl o durumda yönettin üniversiteni… Yine inşaatlardaydın, yine Kağızman’ın, Sarıkamış’ın mezuniyet törenindeydin, yine konferanslarda, söyleşilerdeydin…
O gür, kara saçların seyreldikçe gülüşün azalıyordu gün be gün hoca!..
Elini bir an olsun bırakmadı eşin, çocukların… Kemoterapiler için Kars-Ankara yolları uzun geliyordu artık… İstemeden de olsa ayırdı seni çok sevdiğin memleketinden, Kars’ından, bu illet hastalık… Gittin, gözyaşlarınla… Gittin, yüreğini burada bırakarak… Umarım, senin eserin olan “Araştırma Hastanesi” nde bir an önce Onkoloji servisi açılır ve insanlar hastalıklarının tedavisi için memleketlerinden ayrılmak zorunda kalmaz…
“Gözüm” kelimesi en çok sana yakışıyordu, yüzündeki güleç yüzüne… Meslektaşına da, öğrencine de, personeline de “gözüm” derdin tüm içtenliğinle… Çünkü sen tırnaklarınla kazıyarak gelmiştin bulunduğun yere, çobanlık günlerinden de, çorap sattığın günlerden de gururla bahsederdin…
Köyünde öğrenim hayatına başladın ve bir üniversitenin rektörlüğüne kadar sürdürdün başarını… Ahh ülkem!... Böyle bir hayatın öyküsü kaçırılır mıydı?. Bütün köy çocuklarına ders olarak anlatılmalıydı bu öykü ve yeniden rektörlüğün onaylanmalıydı…
“Olsun be gözüm” dediğini duyar gibiyim…
Üniversitemizin yeni yönetimi “anma töreni” düzenledi senin için… Fotoğraflarınla gülümsüyordun tüm salona… Keşke sağlığında, başlattığın projelerin açılışında, bir kurdeleyi birlikte kesebilseydiniz yeni rektörümüzle!.. Salonda bir pişmanlık duygusu hakimdi, bu anlaşılıyordu… Umarım, ölümün “kin, nefret” duygularının ilkelliğinin değişmesine araç olur hoca!.. Yeni rektörümüz Prof. Dr. Sami ÖZCAN “anma programı” nda tüm içtenliğiyle senin fotoğraflarının önünde saygıyla eğildi ve sana karanfiller uzattı, eminim ki hayatta olsaydın “eyvallah gözüm” der,sen de O’na sımsıcak elini uzatırdın!.. Sen bir adım atana, bin adım atabilen bir kültürün evladısın çünkü… Yaşasın barış hoca…
Tüm dostların olarak, yaşadığımız sürece anılarını yaşatacağız hoca… Yine taklidini yapacak Savaş Yıldız ve Özgür Aksoy dostların, senin karşında yaptıkları gibi!.. “Eyvallah gözüm” deyip o içten gülüşünü tekrarlayacaklar, her daim…
Türkülerimiz yine seninle haykıracak, sofralarımızdaki yerin hep ayrı tutulacak…
Güle güle gözüm!.. Yarım kalmış bir hayattan geride çok eser bıraktın… Ailen ailemiz, çocukların çocuklarımızdır…