Hülya Avşar Yazdı...

Hülya Avşar'ın son yazısı, gazetekars.com'da..."Yanardağın Lavları Savaşçı Kürtler"

Canım Babam Ello, kardeşim Leyla (Mışki), kardeşim Helin (Kuş Yuvası) ve ben Hülya yani aile içi adım ile MALAKAN.

Akşamları babam bankadan, annem hastaneden, Leyla-Ben okul dönüşümüzde yemek sofrasında buluşur yorgunluğumuzu sohbet ederek atardık. Helin henüz doğmamıştı. Yemek sonrası çay faslına geçildiğinde Ankara'dan aynı sokakta oturduğumuz amca-hala oğulları-kızları gelirlerdi babama.

Halalarım, amcalarım Kars-Ardahan Hasköy'de olduklarından babamı hemen hemen her gün ziyarete gelir saygıyla onu dinlerlerdi. Babamlar 14 kardeşti. Bu on dört kardeşin her birinin de altışar-sekizer çocukları olduğunu düşünürsek o zaman için normal; ama şimdi için “of” dediğim bir sayı ki bu sadece aşiretin babam kısmı.

Sanırım bu sayı çocukların çocuklarıyla da epey bir sayıya ulaşmıştır. (Benim tanımadığım o kadar amca, hala oğlu-kızı var ki!)

Her neyse, akşam ev toplantılarına dönersek, konuşulan konuların geneli eğitim üzerineydi. Hala-amca çocuğu hangi üniversiteyi kazanmıştı, kazanmalıydı.

Bu arada babam banka hayatı başlamadan çok uzun süreler doğuda öğretmenlik yapmış bir Kürt olarak eğitime çok önem verirdi. İstanbul Kartal'da yaptırmış olduğum okulun adını bu yüzden ‘Celal Avşar’ koydum. Nur içinde yatsın canım babam. Şimdi o zaman çocuklarına konuştuklarını düşünüyorum da gözlerim doluyor. Dediğim gibi tek konuşulan eğitimdi.

Babam edebiyat, amcam tıp, diğer amcalarım hukuk mezunu vs. fakat şimdi anlıyorum ki eğitime önem vermelerinin en büyük sebeplerinden biri de Kürt olmalarıymış; çünkü dillerini konuşamıyor, Kürt olduklarını söyleyemiyor, birbirlerine Kürt isimleriyle ancak evde seslenebiliyorlardı. Bu arada babamın ve amcamın Kürt oldukları için yerlerinden sürüldükleri de cabasıydı.

Yine dönersek eğitim faslına, onların tek kurtuluşu okumaktı. Okumak en büyük güçtü ve hepsi okudu. Hepsi söz sahibi oldu; ama yine de Kürt olduklarının altını hiçbir zaman çizmediler. Gerek de yoktu çünkü. Sorun yoktu. Amcam başhekim, babam bankada yöneticiydi ve doğudan eğitim için büyük şehirlere gençler sürekli gelmeye devam ediyordu.

Hayat böyle devam ederken, açıkçası nasıl başladığını hatırlamıyorum, Kürtlerin sesleri çıkmaya başladı.

Anladım ki Kürt gençler anaları-babaları gibi uysal değillerdi. Onlar gibi, eğitimlerini yurtlarından, yuvalarından, analarından, babalarından, kardeşlerinden ayrı yapmak istemiyorlardı. Büyük şehirlerin yaşam şartlarına, anlayışına alışmak zordu.

Üstelik şehir ortamında gördükleri, yaşadıkları ister istemez onları anayurtlarında, analarının yaşadıkları zorluklara mukayese etmeye zorluyordu.

erken bu kıyas duygusu genç Kürtlerin içini kemirirken onlar okumaya devam ettiler.  Zaman böyle ilerlerken ben ve ailem Ankara'da yaşamaya devam ederken, bir gün babam eve üstü başı dağılmış bir şekilde geldi. Emlak Kredi Bankası Ulus Şubesi'nde iyi konumda olan koskoca Celal Avşar, Kürt adıyla Ello'ya hiç yakışmıyordu bu görüntü.

Üzgün, sinirli, hırslı oturdu masaya. Eve gelirken bindiği dolmuşta yanındaki arkadaşıyla Kürtçe bir iki kelime konuşurken arkadan adamın biri kafasına vurunca olan olmuş. İşte o zaman hiç aklımda olmayan Kürt-Türk meselesi ilk defa beni de yaralamıştı. Ama buna rağmen babam bizimle öyle bir konuşma yaptı ki, yine biz hayatımıza olan biteni unutarak devam ettik.

Fakat sanırım ben hem evin içinde sürekli Kürtçe konuşulan biri olarak hem de artık büyüdüğüm için olsa gerek bu topraklarda azınlık adı altında yaşayan sadece Kürtlerin olmadığını; ama nedense babamın yaşadıklarını soruşturur oldum.

O zamanlar tek bir soru vardı. Benim için ya Kürtler baskın olmak istiyorlardı ya da Kürtlere baskın olunuyordu. İşte bunu çözemiyordum!

Derken bir gün okul çıkışı bir grup insan elime bir afiş tutturdu ve bunu okul duvarlarına yapıştırmamı istedi. Afişte (Kurdare azade) yazıyordu. Tabii çok şaşırdım, korktum. Neler oluyordu anlamadım. Babama anlattığımda çok kızdı. Gözlerinde anlamadığım bir korku vardı. Beni iki gün okula göndermedi. Sonra da bu olayın devamı gelmedi. Hala o dönem neler oluyordu bilmiyorum.

Şimdi daha iyi anlıyorum ki babam bir Kürt ailesinin doğudan gelmiş okumuş, aydın oğluydu. Beni ve kardeşimi 6 yaşımızda D.S.İ Kulübü'ne yüzmeye vermişti. Antrenmanlardan ve okuldan başımızı kaldıracak zamanımız yoktu. Sanki kendi yaşadıklarını bizim düşünmeye bile vaktimiz olmasın diye, canım babam benim, sporun-eğitimin öncüsü olmuştu daima.

Eşi yani annem Egeliydi. Evin içinde iki kültür vardı. İnanıyorum ki babam, annem sayesinde her şeye daha olgun bakabiliyordu. Demek ki Kürt-Türk ikilisi birleşince ortaya medeniyet çıkıyormuş, aşk çıkıyormuş, güç çıkıyormuş.

Gelelim konumuza. İşte o zamanlar eğitimle her şeyin üstesinden geleceğini düşünen bir Kürt ailesinin kızı olan ben, zaman içerisinde doğuya yapılacak eğitim-iş alanındaki yatırımların genç Kürtlerin tek umudu olacağı çözüm diye düşünüyordum ki (Herkes gibi) o arada geçen zamanda ne olduysa artık öyle düşünmüyorum. Çünkü okuyan Kürtlerle okumayıp anayurtlarında yaşamaya devam eden bazı Kürtler arasında büyük uçurumlar olmuştu. Büyük şehirlerde okuyanlar barış, birlik, güçlü bir Türkiye peşindeydi. Avrupa Birliği mücadelesindeydi.

Okumayan, sanki başka bir dünyaymış gibi doğuda yaşamaya devam eden bazı Kürtler ise kendi içlerinde hırslanmış, örgütlenmiş ve kaybedecek bir şeyleri olmadığı için çareyi maalesef ki kan dökmekte bulmuştu. Onlar artık Kürt olmaktan çok kendi egemenlikleri peşinde koşan bir topluluk olmuştu.

Görüyorum ki Kürtler de kendi içlerinde bölündüler: Barışçı Kürtler-Savaşçı Kürtler diye.

İşte bu yüzden Türkleri de ikiye bölen Kürt Açılımı projesi, artık savaşçı Kürtlere az kaldı. Hatta ters tepti; çünkü Kürt açılımı barışı temsil ediyor. Oysa onlar egemenlik peşinde. İyi niyet onlara çocuk oyuncağı artık. Bunun en büyük örneği 12 öğretmenin kaçırılışı değil midir?

Onlar artık daha önce verdiğim örnek gibi emzikleri ağızlarından alınan çocuklar gibi saldırganlar. Artık onlar büyük oynuyorlar. Yazımın asıl konusu olan eğitim artık onları tahrik eden unsur halini almıştır. Görüldüğü gibi askerlerimiz şehit oluyor. Peki öğretmenlerimize ne oluyor? Savaşçı Kürtler artık büyük oynuyor. Evet, üzgünüm ki Kürt açılımı onları barıştırmadığı gibi güçlendirdi.

Peki şimdi ne olacak? Elimizdeki en büyük silah olan eğitim ile de olmuyor. Kan dökmekle de olmamalı. Siyasette büyük oynamak da çözüm değil gibi. Bir anne, bir sanatçı, bir kadın ve Kürt-Türk olarak düşünüyorum da acaba savaşçı Kürtleri kendi anaları mı susturur? Eminim onların da canı yanıyor.

Bu bir hayal de olsa! Savaşçı Kürtlerin anaları örgütlenip dağlara çıksa "Ya bizi ezip geçersiniz ya da barış mı deseler?" Her şey siyaset-silah değildir. Belki de onları yetiştiren anaların da barışçı olmasıdır.

Üzgünüm, çok üzgünüm. Geçmişte yapılmayan eğitim yatırımları çok geç kalmış artık. Şimdi bu hatamızı ne yazık ki çok acı ve çok büyük ödeyeceğiz.

Sevgilerimle

Hülya