Hâşâ ki senin hükmüne, isyan edeyim,
Yahut senin (rızânın) hilâfına, bir nefes vereyim.
Bana yüz göz bebeği daha lâzımdır.
Tâ ki böylesi bir günde, sana kurban edeyim.
Ebu’l- Hasan Harakani (r.a.)
İnsan enfüste ve afakta kendi hakikatini arayan mükerrem bir varlık... Bir yönüyle küçük âlem, diğer bir yönüyle âlemlere sığmayan, bütün mahlûkatın kendisi için yaratıldığı büyük bir âlem. Büyük âlem, küçük âlem demek bir anlatımdır. İnsan denen varlık, varlıkların özü ve kâinatın oluşmuş bir meyvesi, Hakk'ın tükenmez bir hazinesidir. Allah insanı öyle harika yaratmıştır ki her şeyin özü ondadır; meleki, hayvani ve ruhani duygularla donatılmıştır. İnsanın bedeni, nefsi, canı (ruhu) ve kalbi varlıkların bir kopyasıdır. Muhyiddin İbn-i Arabi’nin dediği gibi: “Allah’ın bütün âlemi bir insanda toplamasında bir sakınca yoktur.”
İnsanın aslı kâinatın özü olmasındandır ki ruh mesabesindedir. Bunun için insana âlemi ekber (büyük âlem) denilmiştir. İnsan muamması on sekiz bin âlemin parlayan bir alametidir. Onun hikmetler harikası olduğu muhakkaktır. Şu halde insanlar hikmetler kumkumasıdır. İnsandaki hikmeti çözmek bizim için başaracağımız bir durum değildir. Bazı ilim adamlarının insanı anlatmaları ve kitaplarında yazdıkları bir çözüm değil bir ihtimalden ibarettir. Onun sırrını ancak onu yaratan, ruh ve şekil veren yüce Allah bilir. Bir hadis-i kutside şöyle bildiriliyor: “Ben insanın en büyük sırrıyım ve insan benim en büyük sırrım."
Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerimde: "And olsun ki, biz insanoğlunu şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık, yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık." buyruluyor. Hazret-i Pir Efendimiz bu ayeti şöyle izah ediyor: Allah değerli kılmayı bir davranışın karşılığına, bir gerekçeye ya da değerliliği zorunlu kılan bir hak ediş sebebine bağlamamış "Biz âdemoğullarını değerli kıldık' demiştir. İnsanın değerli kılınması Yaratanın emanetini ve sevgisini taşımasındandır. İnsandaki emanet nedir? Allah'ın insana yüksek âlemden (emir âlemi) verdiği ruhtur. İşte insanın yüceliği de, çözülmezliği de bu noktadadır. Bu sırrı da ancak Rabbimiz bilir. Bununla ilgili insanlara pek az ilim verilmiştir. Nasıl ki vücutta her bir organın bir görevi varsa ruh da bedene yerleştirilen ilahi emanetin, manevi hallerin, güzel ahlakın merkezi kılınmıştır. Ruh maddenin üzerinde, maddi olan tüm kuvvetlere hâkim latif bir varlık... Elbette ki bu latif varlığın bilinmezliği yanında çok az bilinir bir tarafı da vardır. Ayette: "De ki; Ruh Allah'ın bir emridir ve insanlar ondan çok az şey bileceklerdir." deniliyor.
İnsanı değerli kılan ruhun yüce vasıf ve sıfatlarıdır. Hayat ruhun varlığı ile devam etmektedir. Ruh; temizliği, inceliği, letafeti, nuru ve iyiliği kabul eden bir varlıktır. Bu manevi varlık insanın bedeninde Allah'ın bir emanetidir. "Emaneti dağlara, taşlara teklif ettik çekindiler, sakındılar. İnsan ki zalim ve cahildir, kabul etti ve aldı." Gökler ve yerler, gövdeler ve binalar içerdiğinden emaneti yüklenmekten çekindiler. Zira yükümlülüğü ancak kalpler taşır. Nitekim Hz. Âdem mana sahibi olduğu için emanetin yükümlülüğünü üzerine aldı. Harakânî Hazretleri bu ayetin izahında şöyle diyor:” Bize bir emanet arz
olunmuş diye bilirdim. Biraz daha yaklaşınca arş Allah'ın emrinden daha hafif geldi, daha fazla yaklaşınca bize kendi kutsiyetini va'z ettiğini anladım. Şükürler olsun ki yük gayet ağırdır.” Allah-ı azimuşşan ilk insanı (Âdem a.s) kudretiyle yarattı ve ilahi vahiyle destekledi. Onu peygamber olarak yeryüzüne indirdi ve Âdemi kendi zatına halife kıldı.
İnsan, içine doğru bir iç dünyayı ve dışına doğru büyük bir kâinatı görüyor, hissediyor ve kendi mevkiini arıyor. İnsan bir cihetiyle ilahi vasıflarla donatılmış, ruhu ile melekût âlemine bağlı bir varlık iken; diğer bir yönüyle yani cismi ve nefsi ile de dünyaya bağlı, tüm beşeri sıfatları ve nefsani hazları üzerinde taşıyandır. Terbiye olmamış nefis, insandaki tüm kötülüklerin, inkârların ve şeytaniyetin merkezidir. Ayet-i kerimede: “Biz insana iki yol gösterdik.” buyuruluyor. Biz insana iyiliğin ve kötülüğün yolunu gösterdik. Yani hayrın ve şerrin, hidayetin ve delaletin, tevhidin ve şirkin, doğrunun ve yanlışın yollarını gösterdik ve kabiliyetine uygun şekilde seçeceği yollardan her ikisine de onu muvaffak kılarak, onların (yol) mahiyetine dikkatini çektikten sonra onu imtihan ettik. İnsan kalbe giden bu iki yolun birleştiği noktada durmaktadır. Mücadele de burada başlamaktadır. Yüce vasıflarla donatılmış, ilahi nefesten güzel sıfatlar verilmiş insan, melekuti, daimi, hiç ölmeyen ve yok olmayan ebedi saadetin yolunu tutarak kurtuluşa mı erecek, yoksa bu süfli, geçici, aldatıcı sonu hüsran olan nefsani ve şeytani heveslerine kapılıp Allah’ı unutarak helake mi gidecek? Demek ki insanın mücadelesi Hakk ve batıl mücadelesidir. Hakk’ı üstün tutup adaletli olmak ve iyilik yolunda ölene kadar mücadele vermek, Allah'a karşı doğru ve dürüst olarak yaşamak Hakk'ı talepte samimi olup nefsi asli kötü tabiatından çıkarmak, temizlemek için mücadele ve mücahede etmek...
İnsanın maddi, nefsani, şeytani tabiatı baskın gelir ve onu süfli şeylere bağlarsa ruhu bedeni içinde hapsedilmiş gibi yalnız ve garip kalır. Haktan perdelenir. Hakk, adalet ve iyilik yolu mutluluk yoludur. Batıl, nefsani, şeytani heva ve heves yolu da mutsuzluk yoludur. Mutluluk yolunda kendilerine nimetler ihsan olunanlar elbette Rablerine şükredenlerdir ve O'nu unutmayanlardır. Gaflet, inat ve fesat yolundan gidenlerse Rablerinin nimetlerini görmeyen nankörlerdir. İnsanda Hakk ve adalet ölçüsü olmaz Hakk’ı üstün tutmazsa aklı ve gönlü Allah'ı unutmuş sapıklığa düşmüştür. İnsanın kendi nefsinde ve kendisinin dışında Hakk ve adalet mücadelesi vermesi gerekir. Bunu yapmayan fert, aile, toplum kurtuluşa eremez. Tarih bize bunu göstermiştir. Nice Hakk tanımaz zalim devletler imparatorluklar ve milletler yıkıldı gittiler. Zalim Hakk tanımaz adaletten uzak krallar, idareciler, varlıklı kişiler, önderler hepsi cehennemin çukurlarında azaptadırlar. İnsanın nefsini terbiye ve ıslah etmesi onu aşağılık ve çirkin işlerden temizlemesi fazilet ve ahlakla süslemesi ancak Hakk ve adalet mücadelesi vermesiyle mümkündür. Bu peygamberlerin yoludur ve peygamberlerin sanatıdır. "Ey iman edenler, size kendi nefsinizin ıslah ve terbiyesi gerekir. O ıslah olunca peşinden diğer insanların ıslahına yönelin." buyurulmuş. Mücadele batılla, yanlışla, haksızlıkla, zulümle Hakk adına savaşmaktır. Zalime ses çıkartmamak, zulme karşı durmamak, kötülüğe karşı iyilikle mücadele etmemek Hakk'a karşı koymak ve isyandır. Çünkü Hakk batılın her çeşidine karşı mücadele etmemizi istiyor. İnsanlardan kimileri emri yerine getirip peygambere uyarak mutlu olurken, kimileri de karşı çıkarak mutsuz olmuşlardır. Malları, makamları, şöhret ve kibirleri kendilerine ateş olmuş, dünya ve ahiretleri harap olmuştur. Fakat Hakk’ı ve adaleti üstün tutan, iyiliği emredip kötülükten kaçan ve birbirine sevgi ile bağlı olan nice az topluluklar, çok topluluğa Allah’ın izniyle üstün gelmiştir.
Hakk ve batıla karşı kalplerin kapasiteleri farklı farklıdır. Buna göre; kalplerde Hakk ve adalet nurları parladığı zaman batılın ve şeytanın sıkıntılarının izlerini siler, güçlü iman ve salih amel, kötülük ve nefsaniyetin kirlerini temizler. Allah rızasını kazanmak üzere iyilikler yapanlara büyük müjdeler ve parlak istikbal vardır. Nefsine uyup kötü ahlak ile yaşayanları tövbe etmedikleri müddetçe korkunç bir
akıbet beklemektedir. Kurtuluş, tevhide ve Hakk'a gönül vermemizde, nefsimizde, ailemizde, idaremizde, arkadaşlığımızda, hayatın her alanında doğru ve adil olmamızdadır. Zaman, mekân ve şartlar ne olursa olsun inanan insan doğru olmalı. Hakk’ı üstün tutmak ve adil olmak için bu mücadeleden asla vazgeçmemelidir. Aksine daha geniş boyutlarda aktif usullerle nefsimizin kurtuluşu, milletimizin birliği, devletimizin bekası, mukaddesatın muhafazası için gayret sarf etmeliyiz. Tembelliğe düşmek, yeise kapılmak mümine yakışmaz. Hazreti Harakânî’nin buyurduğu gibi: “Kalplerimizde Allah için niyetlerimizi her an yenilediğimiz müddetçe Allah’ın rahmeti üzerimize yağacaktır.” Güç ve kuvvet sahibi Hakk’tır. Biz O’na dayanıyoruz, O’ndan istiyoruz, O’na teslim olmuşuz ve Hakk'ın bizi gördüğüne kesinlikle inanıyoruz. Efendimiz (s.a.v.) Mekke’nin fethinden dönerken buyurdular ki: “Bugün küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz.” Sordular ki "Ya Resulallah büyük cihat nedir?" “Son nefese kadar nefsimizle yapacağımız mücadeledir.” buyurdu. Tarihin her döneminde Hakk'ı üstün tutup Allah'ın adaletini yeryüzüne hâkim kılmak isteyenlerle nefse ve şeytana uyan zalimler arasındaki mücadele süregelmiştir. Bu, insanın Hakk ve batıl mücadelesidir. Kıyamete kadar devam edecektir. Ne mutlu Hakk’ı üstün tutarak adil olanlara.
Hakk ve batıl mücadelesinde şehitlerimize Allah'tan rahmet, gazilerimize şifalar diliyoruz. Aziz milletimizin kurban bayramını tebrik ediyoruz.
Ebu'l Hasan Harakânî'den selam ve muhabbetlerimizle...