Karl Marksın Kars değerlendirmesi

Prof. Dr. Hacali NECEFOĞLU kaleme aldı...

K. MARKS VE F. ENGELS’İN KALEMİNDEN KIRIM HARBİ

Prof. Dr. Hacali NECEFOĞLU

Komünist ideolojisinin banileri, dünya proletaryasının önderleri sayılan Karl Marks ve Friedrich Engels’in tam yetkin askeri teorisyenler, stratejistler ve savaş tarihçileri olduklarını onların askeri önem taşıyan bir çok tarihi hadiseleri, savaş ve muharebeleri, ulusal özgürlük savaşlarını tahlil ettikleri çok sayıda mükemmel çalışmaları ispatlamaktadır.

Bilindiği üzere Kırım Harbi, sebepleri, gelişimi ve neticeleri itibarıyla 19. yüzyıl siyasi tarihinin dönüm noktalarından birini teşkil eder. İngiltere, Fransa ve Rusya’nın 19. yüzyıldaki Ortadoğu siyasetlerini dikkatle inceleyen, özellikle askeri alanlara ağırlık veren K. Marks ve F. Engels’in Kırım Harbi ile ilgili değerlendirmeleri son derece önemlidir. K. Marks’ın 19. yüzyıl askeri-siyasi gelişmeleri konu alan makaleleri arasında yalnızca Kırım Harbi’yle ilgili olanların sayısı yaklaşık kırk civarındadır. Gerek harp döneminde, gerekse sonraki dönemlerde yaşayan diğer yazarların çalışmalarından farklı olarak K. Marks ve F. Engels, Kırım Harbi’nin Kafkas cephesindeki askeri-siyasi olayları daha fazla irdeleyerek, ortak yaptıkları çalışmalarda Yakın- ve Ortadoğu’nun zenginliklerine sahip olabilmek uğrunda verilen İngiliz-Fransız-Rus mücadelesinin, Rus-Türk, Rus-İran savaşlarının sebebi olan Şark Meselesi’nin bütün safhalarını derinlemesine incelemişlerdir. Harp süresince, savaşa katılan devletlerin orduları, savaş stratejileri, Tuna, Kırım ve Kafkas cephelerindeki durum hakkında sistematik yorumlarını ABD’nin New-York Daily Tribune gazetesinde başyazı olarak yayımlamışlardır. Bunlardan K. Marks ve F. Engels’in Türk-Rus Anlaşmazlıkları – Britanya Hükümetinin Kaçamaklı Davranışı – Nesselrod’un Son Notası, Rus Savaşında Durum, Şu Cansıkıcı Savaş, Savaşta Gelişmeler, Kırım’da İngiltere’nin Karşılaştığı Felaket başlıklı ortak makalelerini gösterebiliriz. K. Marks’ın kaleme aldığı Rusya’nın Türkiye’ye Karşı Siyaseti, Asya’da Savaş, Türkiye’nin Bölüştürülmesine İlişkin Belgeler, Rusya’nın Başarısızlığı, Geleneksel İngiliz Siyaseti, Kars’ın Düşüşü  adlı makaleler, F. Engels’in yazdığı Türkiye’deki Orduların Herekatı, Kutsal Savaş, Tuna’da Savaş, Türk Savaşının Seyri, Avrupa Savaşı, Rusların Kalafat’tan Çekilişi, Silistre Kuşatması, Sivastopol’a Saldırı, Sivastopol Kuşatması, Türk Ordusu vs. makaleleri her iki yazarın askeri-teorik fikirlerini ve derin tahlil yeteneklerini yansıtmaktadır. Bu makalelerde K. Marks ve F. Engels, Osmanlı mirasının paylaşılmasıyla ilgili Avrupa devletleri ve Rusya arasındaki çekişmeleri ayrıntılı biçimde ortaya koyup, Kırım Harbi’ni siyasi, iktisadi ve askeri yönlerden tahlil ederek, başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletlerinin işgal siyasetlerini ortaya koymaktadırlar.

19. yüzyılın ortalarında Orta Doğu’da Avrupa devletleri arasındaki çelişkileri, bu devletlerin Osmanlı topraklarını paylaşmak, boğazlara hakim olmak, Balkanlarda ve Ön Asya’da üstünlüğe nail olmak uğrunda yaptıkları mücadeleleri dikkatle izleyen K. Marks ve F. Engels sözde Doğu Sorununa ilişkin bir sıra makaleler yayınlamışlar. F. Engels’in Türkiye Konusunda Gerçek Sorun, Türkiye Sorunu, Avrupa Türkiyesi’nin Durumu Ne olacak? makaleleri onların Doğu Sorununa bakış açılarını ifade etmektedir.

 Bilindiği gibi Napoleon’un yenilgisinden sonra Fransa’yı arka plana iten İngiltere Akdeniz’in doğu kısmında etkinliğini artırmıştı. 19. yüzyılın birinci yarısının sonuna doğru Yakın Doğu’da ve Kara Deniz’de mevkileri zayıflayan Rusya güçsüz ve zayıf Osmanlı yönetimi üzerinde etkinlik elde etmiş İngiltere’ni esas rakip ve hasım olarak görüyordu. “İngiltere ile Rusya, Doğuda hasımdırlar ve her zaman hasım olmak zorundadırlar,” - yazan F. Engels bunun nedenini şöyle açıklıyor:

“Trabzon ticareti, Rusya ile İngiltere’nin çıkarlarını, İç Asya’da bir kez daha çatışma durumuna getirdiği için, önemli bir siyasal hesap konusu haline geliyor… İngiltere ile Rusya arasındaki ticari savaş alanı İndüs’den Trabzon’a kaymıştır. Eskiden İngiltere’nin Doğu İmparatorluğunun sınırlarına kadar ulaşan Rus ticareti, şimdi, kendi gümrük kapılarının tam sınırında savunma durumuna getirilmiştir. Doğu Sorununu gelecekte herhangi bir biçimde çözümlenmesi ve bu çözüme İngiltere ve Rusya’nın katılması açısından, bu gerçeğin önemi açıktır… Rusya’nın, İstanbul’u ele geçirmesine bir kez izin verilirse, onun kendi ticaret alanını İngiltere’nin işgal etmesine yol açan kapıyı açık tutmasını kim bekleyebilir?”

F. Engels boğazların askeri açıdan da önemine değinerek boğazların Rusya’nın eline geçmesi durumunda ne olabileceğini çok iyi tasavvur ediyordu:

“… Karadeniz, Rusya’nın tam göbeğindeki Ladoga gölünden çok daha fazla Rus gölü olabilir. Kafkasyalıların direnci derhal tükenir; Trabzon bir Rus limanı, Tuna bir Rus nehri olur. Bundan başka İstanbul alınınca Türkiye ikiye bölünür. Asya Türkiye’si ile Avrupa Türkiye’si arasındaki destek ve ulaşımı sağlayacak  bir bağlantı kalmaz; ve Asya’ya püskürtülen Türk ordusunun gücü, tam olarak zararsız hale geleceği için, ana gövdeden ayrılmış ve kanatta kalmış olan Makedonya, Tesalya ve Arnavutluk, kendilerine boyun eğdirecek fatihe herhangi bir güçlük çıkarmazlar; iç düzeni sağlayacak bir ordu ve merhamet dilemekten başka yapacakları bir şey yoktur.”

K. Marks da Rusya ve Batılı Devletler makalesinde Doğu Sorununu şöyle özetliyor:

“Geniş imparatorluğunun, sadece bir çıkış limanı ile sınırlandığı ve o limanın da yılın yarısında denizciliğe elverişli olmayan, öteki yarısında da İngilizlerin saldırısına açık bulunan bir denizde olduğunu görmenin verdiği tatminsizlik ve sıkıntıyla çar, atalarının Akdenize çıkma tasarılarını gerçekleştirmeye çalışıyor; bu amaçla çar, İstanbul, yani akıp artık atmaz oluncaya kadar sürmek üzere, Osmanlı İmparatorluğu’nun en uzak organlarını birbiri ardından, ana gövdeden ayırmaktadır. Çar, Türk hükümetinin durumu sağlamlaştırması gibi ya da Slavlar arasındaki özgürlüğe kavuşma belirtilerinin açığa çıkması gibi daha tehlikeli gelişmelerle, Türkiye hakkındaki tasarımlarının tehdit edildiğini gördükçe, dönemsel istilalarını yinelemektedir. Batılı devletlerin yüreksizliğine ve korkularına güvenerek, çar, Avrupa’ya karşı zorbalık etmekte, ilk ağızda istediğini elde etmeye daha sonra razı olmak suretiyle kendini yüce ruhlu bir kişi gibi gösterebilmek için, ilk başta istediklerini kabil olduğu kadar aşırıya götürmektedir.

Öte yandan, tutarsız, korkak, birbirinden kuşkulanan Batılı devletler, işe, önce Rusya’nın saldırılarından ürkerek sultanı çara karşı direnmeğe teşvikle başlıyorlar, sonra genel bir devrime yol verebilecek genel bir savaştan korkarak, sultanı boyun eğmeye zorlamakta karar kılıyorlar.”

K. Marks ve F. Engels’in diğer meselelere olduğu gibi Doğu Sorununa devrimin çıkarları açısından yaklaştığını görüyoruz:

“Sultan İstanbul’u, sadece devrim için emaneten tutuyor, Batı Avrupa’nın bugünkü sözde egemenleri ise, Neva nehri kıyılarında kendi “düzenleri”nin son kalesini gördükleri için, Rusya gerçek karşıtıyla, devrimle yüzyüze gelinceye kadar, sorunu askıda tutmaktan başka bir şey yapamazlar” (K. Marks).

Türklerin tümünün Avrupa dışına çıkarılmasında sakınca görmeyen F. Engels: “Türkler ise her geçen gün daha gerilere itiliyor. İdari ve askerî güç onların tekelinde olmasaydı, kısa süre içinde ortadan silinirlerdi. Ama bu tekel, gelecek için olanaksızdır ve Türklerin gücü, ilerleme yoluna engeller koymanın dışında, güçsüzlüğe dönüşmüştür,” – yazarak devam ediyor, - “Gerçek şu ki, çarelerine bakılmalıdır. Onların yerine Rusları ve Avusturyalıları koymaksızın çarelerine bakılamayacağını söylemek, Avrupa’nın bugünkü siyasal yapısı ebediyen sürecek demek kadar anlam taşır.”

F. Engels Rusya’ya da aynı açıdan bakmaktadır:

“Rusya, kesinlikle fetihçi bir ulustur. 1789’un büyük hareketi, yani demokratik ülkülerin ve insanoğlunun doğal özgürlük susuzluğunun patlayıcı gücü olan Avrupa Devrimi, kuvvet gösterilerini müthiş bir hasım haline getirinceye kadar da yüzyıl süreyle böyleydi. O dönemden bu yana, gerçekte Avrupa kıtasında iki kuvvet var - Rusya ve Mutlakiyetçilik, Devrim ve Demokrasi. Şimdilik devrim bastırılmış gibi görünüyor, ama yaşamaktadır. Kendisinden her zamanki gibi derin bir korku duyuluyor. Milano’daki son kalkışma haberlerine gösterilen tepkinin şiddetini görüyorsunuz. Ama Rusya’nın Türkiye’ye sahip olmasına izin verilirse ve gücü, böylece, hemen hemen yarı yarıya  artarsa, Avrupa’nın tüm geri kalan kesiminden üstün duruma gelecektir. Böyle bir gelişme, devrim davası için anlatılmaz bir felâket olabilir. Türkiye’nin bağımsızlığının korunması ya da Osmanlı İmparatorluğu’nun olası çözülüşü durumunda, Rusya’nın bu toprakları kendine katma tasarısının önlenmesi, en önemli sorundur. Böyle bir durumda, devrimci demokrasi ile İngiltere’nin çıkarları aynı doğrultudadır. Çarın, İstanbul’u başkentlerinden biri yapmasına, ne devrimci demokrasi, ne de İngiltere izin verebilir. Köşeye sıkıştığı zaman her birinin öteki kadar azimle çara karşı direneceğini göreceğiz.” “Bir çok diğer sorunlar gibi, Türk sorununun çözümü de Avrupa devrimine bağlıdır… 1789  yılından beri devrimin kilometre taşları, daima daha ileri gitmiştir. Son kilometre taşlarının adları Varşova, Dobruca, ve Bükreş idi; bundan sonraki devrimin işaret levhalarının Petrograd ve İstanbul olmaları gerekir. Bunlar devrim karşıtı Rus devinin, saldırılması gereken iki kolay yaralanır yeridir,” - yazan  F. Engels’e göre “sorunun basit ve kesin çözümü” şöyledir:

“Gerek tarih, gerekse çağımızın gerçekleri, Müslüman İmparatorluğunun harabeleri üzerinde, Avrupa’da, bağımsız bir Hıristiyan Devleti kurulması gerektiğini aynı ölçüde göstermektedir. Bundan sonraki devrimci atılımı bile, Rus mutlakiyetçiliği ile Avrupa demokrasisi arasında çoktan girişilmiş olan çatışmanın çözümünü getirebilir. Böyle bir çatışmaya, dümende hangi yönetim olursa olsun, İngiltere de katılmak zorundadır. İngiltere, hiçbir zaman Rusların İstanbul’u ele geçirmesine izin veremez. Çarların düşmanlarıyla ortaklaşa, yaşlanarak zayıflamış ve çürümüş Babıâli yerine, bağımsız bir Slav devletinin kurulmasından yana olmalıdır.”

K. Marks’ın 1 Temmuz 1853 tarihlı New-York Daily Tribune gazetesindeki makalesinde, - “Okurlarımız, Doğu Sorununa ilişkin olan ve bu yakınlarda bir Londra gazetesin yayınlanan bir belgeyi öğrenmeye ilgi duyabilirler. Bu belge, şimdilerde Londra’da oturan Ermenistan prensinin yayınladığı bir bildiridir ve Türkiye’deki Ermeniler arasında dağıtılmaktadır,” – notu ile yayınladığı bildiri metnini bir ibret belgesi olarak burada hatırlatmakta yararı olacağını düşünüyorum:

“Tanrının inayetiyle Ermenistan vb., prensi olan Leo’dan, Türkiye’deki Ermenilere:

“Sevgili kardeşlerim, sadık yurttaşlarım!... İsteğimiz ve yürekten arzumuz, kanınızın son damlasına kadar, ülkenizi ve sultanı, Kuzeyin zalimine karşı savunmanızdır. Anımsayın kardeşlerim, Türkiye’de Rus kamçısı yoktur; burun deliklerinizi yırtmazlar; kadınlarınızı gizlice ya da halkın gözünün önünde kamçılanmaz. Sultanın hükümranlığı altında insanlık vardır; buna karşılık Kuzeyin o zaliminin hükümranlığı altında ise sadece gaddarlık vardır. Bu nedenle kendinizi Tanrının gösterdiği yola sokun ve ülkenizin özgürlüğü ve şimdiki hükümdarınız için kahramanca savaşın. Engeller kurmak için evinizi yıkın, silahınız yoksa masa ve sandalyenizi parçalayın ve kendinizi onunla savunun. Zafer yolunda kılavuzunuz yüce tanrı olsun. Benim için tek mutluluk, sizin aranızda, sizin ülkenize ve dininize zulmedene karşı savaşmaktır. Tanrının, sultanın kalbine, benim isteğimi onaylaması ilhamını vermesini dilerim. Çünkü onun hükümranlığı altında dinimiz saf biçimde kalırken, Kuzeyin zaliminin hükümranlığı altında değiştirilecektir. Kardeşlerim, en azından anımsayın ki, şu anda sizlere seslenen kişinin damarlarında dolaşan kan, 20 kralın kanıdır; o kan, kahramanların - Lusignan’ların - ve imanımızı savunanların kanıdır; ve biz size, ‘dinimize ve onun saf biçimini, kanımızın son damlasına kadar savunalım’ diyoruz.”

Bazı tarihçiler tarafından Kırım harbinin nedenlerinden biri gibi gösterilen, aslında savaş bahanesi olan “kutsal yerler” sorunu ile ilgili Avrupa devletleri ve Rusya’nın siyasetini eleştiren ve onların asil amaçlarını ifşa eden K. Marks  “kutsal yerler” sorunun, Küdüs’te yerleşmiş Rum-Hıristiyan topluluklarının, onların kutsal topraklarda ellerinde bulunan yapıların, özellikle Kutsal Mezar Kilisesinin koruyuculuğu sorunu olduğunu yazarak, Küdüs’teki gerçek durumu anlatıyor:

“Kutsal Mezarın çevresinde, değişik Hıristiyan mezheplerinin bir araya geldiğini görüyoruz. Hepsinin dinsel iddialarının gerisinde bir çok siyasal ve uluslar düşmanlık gizlidir. … Kutsal yerlerdeki Hıristiyanların ortak ibadetleri, inançlıların birbirinden ayrı mezhepleri arasında sürekli olarak, umutsuz bir İrlanda kavgasına gelip dayanmıştır. Bu kutsal kavgalar, sadece ulusların değil, aynı zamanda soyların kirli savaşını da gizlemektedir. Batılılara gülünç, Doğululara her şeyden önemli görünen kutsal yerlerin korunması, Doğu Sorununun hiç durmaksızın ortaya çıkarılan, sürekli olarak bastırılan, ama hiçbir zaman çözümlenmeyen aşamalarından biridir.”

K. Marks, Rusya’nın Türkiye’ye yönelik haksız taleplerine karşı çıkmayarak, gereken tepkiyi göstermeyen İngiliz hükümetini eleştirerek yazıyordu:

“Bugünkü Doğu anlaşmazlığında görünürdeki ana tartışma noktası, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Rum Ortodokslar üzerinde Rusya’nın dinsel koruma hakkı iddiasıdır. Çar, iddialarını örtmek şöyle dursun, Sir Hamilton’a, “antlaşma gereğince, bu milyonlarca insana gözkulak olmaya hakkı olduğunu”, “hakkını ılımlı biçimde ve seyrek kullandığını” ve “bu hakkın, bazısı hayli güç olan yüklenimleri beraberinde getirdiğini” açıkça söylemiştir. Lord John Russell, çara, böyle bir antlaşmanın var olmadığını, çarın böyle bir hakkı olmadığını mı söylüyor? İngiltere’nin Rusya’daki Protestanlara yada Fransa’nın Büyük Britanya’daki İrlandalılara karışmaya ne hakkı varsa, çarın da Türkiye’deki Rum ortodokslara karışmaya ancak o kadar hakkı olduğunu mu söylüyor?”

Kırım harbi ile ilgili makalelerinde K. Marks ve F. Engels o dönemin gelişmiş kapitalist ülkesi olan ve devrim açısından önem verdikleri İngiltere’de iktisadi ve siyasi durumu, İngiliz toplumunun çeşitli katmanlarının ve siyasi partilerin savaşa münasebetlerini geniş tahlil ederek, İngiliz hükümetinin dış siyasetinin İngiliz diplomasisine özgü ikiyüzlülük ve hainlik üzerine kurulduğunu gösteriyorlar. K. Marks, Türkiye’nin Bölüşülmesine İlişkin Belgeler, Gizli Diplomatik yazışmalar makalelerinde bir çok diplomatik belgelere dayanarak, savaş öncesi ve harp dönemimde bir sıra İngiliz devlet adamlarının Türkiye’nin paylaşımı konusunda çarla razılığa gelmeğe çalıştıklarına işaret ederek: “Bizans İmparatorluğu’na hayır, Yunanistan’ın güçlü bir devlet olmak üzere genişlemesine hayır, küçük cumhuriyetlerin konfederasyonuna hayır - bunlar olmayacak. Peki öyleyse ne istiyor?” - diye soruyor ve belgeleri esas alarak bu soruyu cevaplandırıyor:

“Çar ne istediğini açık yürekle söylemektedir - Türkiye’nin paylaşılması - ve bu paylaşmanın, olabildiği kadar açıklıkla, söylediklerinden olduğu kadar söylemediklerinden de anlaşılan, genel bir çerçevesini çizmektedir. Mısır’la Girit İngiltere’ye  verilmekte, prenslikler, Sırbistan ve Bulgaristan, Rusya’ya bağımlı devletler olarak kalmaktadır. Çarın kasıtlı olarak sözünü etmediği Türk Hırvatistan’ı, Bosna ve Hersek, Avusturya’ya katılacaktır. Yunanistan, “güçlenmesine yol açmayacak biçimde” genişletilecektir - diyelim Aşağı Teselya ile Arnavutluk’un bir parçasını alacaktır. İstanbul geçici olarak çar tarafından işgal edilecek, sonradan, Makedonya, Trakya ve Avrupa Türkiye’sinden geri kalanları içine alacak bir devletin başkenti olacaktır. Ama, belki de Anadolu’nun bir parçasını da içine alarak büyütülecek olan bu küçük imparatorluğun kesin sahibi kim olacaktır? Bu noktada çar açılmıyor. Ama böyle bir imparatorluk için yedekte birini, yani kendi imparatorluğuna sahip olmak için can atan küçük oğlunu bulundurduğunu bilmeyen yok. Ya Fransa? O hiçbir şey almıyor mu? Galiba öyle. Ama hayır o da - kimse inanmaz ama - Tunus’la susturulacak. “Fransa’nın amaçlarından biri” diyor çar, Sir Hamilton’a “Tunus’u almaktır”. Kim bilir, belki de çar Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmasında, Fransa’nın Tunus’a duyduğu iştahaya göz yumma büyüklüğünü gösterebilir.”

Bu bağlamda K. Marks, “Rusya’nın Babıâli’yle olan anlaşmalarının uygun gördüğü anlamda yorumlamasına İngiltere’nin karışmaması”nı, “üstelik Babıâli’yi o anlaşmalara, Rusya’nın yorumu doğrultusunda uymaya zorlaması”nı, “Rusya’nın, sultanla onun uyrukları arasına “sürekli” olarak girmesine izin vermesi”ni, İngiliz hükümetinin “Rusya’yla suç ortaklığı” olarak değerlendiriyor:

“Adamın biri, size, sizin dostunuzu öldürme niyetinde olduğunu itiraf ediyor. Size, yağma için kendisiyle önceden bir uzlaşmaya varmanız için yalvarıyor. Eğer bu adam Rus imparatoruysa, siz de bir İngiliz bakanıysanız, onu sanık kürsüsüne çağırmayacaksınız, ama size gösterdiği büyük güven için kendisine büyük bir alçakgönüllülükle şükranlarınızı bildireceksiniz ve John Russel’ın yaptığı gibi “ılımlı, içten ve dost davranışını teslim etmenin” mutluluğunu duyacaksınız.”

Tuna Prenslikleri Ruslar tarafından fiilen işgal edildikte “Lord Aberdeen, St. Petersburg’a özel olarak ilettiği bir haberle, Tuna Prensliklerinin Rusya tarafından işgali olayını, casus belli olarak görmeyeceğini” duyurmasının çarı cesaretlendirdiğini düşünen K. Marks Batılı devletlerin tavrını şöyle eleştiriyor:

“Çar, sadece savaşı başlatmakla kalmadı, ama savaşın ilk harekâtını da tamamladı. Harekât çizgisi artık Prut nehrinin gerisinde değil, Tuna nehri boylarında. Bu arada Batılı devletler ne yapıyor? Tavsiyede bulunuyorlar, yani sultanı, savaşı barışmış gibi görmeye zorluyorlar. Otokratın hareketlerine, top ile değil nota ile yanıt veriyorlar. İmparatorun üzerine saldırıyorlar: iki donanmayla değil, dörtten az olmayan görüşme taslağıyla.

… Batılı devletler, önce Rusya’nın tecavüzlerinden ürkerek, sultanı çara karşı direnmeye teşvikle başlıyorlar, sonra genel bir devrime yol verebilecek genel bir savaştan korkarak sultanı boyun eğmeye zorlamakla karar kılıyorlar.

Şimdi şu günlerde, birleşik donanmanın gücünün Rusya’nın yararına, Türkiye’ye karşı kullanılması düşünülüyor. Eğer İngiliz-Fransız birleşik donanması Çanakkale Boğazına girerse, bu, Sivastopol’u topa tutmak için değil, ama sultanı, Viyana Notasını şartsız kabul etmekten alıkoymaya çalışan Müslümanları uzlaşmaya yanaştırmak için yapılacaktır.

… Reeves, Babıâli’nin boyun eğmeyi reddetmesinin neden olabileceği bir savaş halinde, dört devlet tarafından desteklenmemekle tehdit edilmesini; Viyana notasının kabulünün İstanbul’da neden olabileceği herhangi bir ayaklandırmayı bastırmak üzere Babıâli’ye, İngiliz ve Fransız donanmalarının yardımını önerilmesini; ve Ömer Paşanın, Babıâli’nin emirlerine boyun eğmemeye olasılığına karşı da aynı yardım önerisinin yinelenmesini İngiltere elçisinden istemişti.”

“Prensliklerin işgali, ilk bakışta görüldüğü gibi, bir casus belli idi, Babıâli de şimdi, bu hareketi casus belli saymaya karar vermişti,” – yazan K. Marks Batılı devletlerin baskılarına boyun eğmekte direnen sultanın çara karşı savaşını haklı bularak, olayı şöyle değerlendiriyordu:

“Hiç değilse bu kez, Babıâli, Batılı diplomatları gafil avladı.

Ama, Babıâli, kararsız ve güvenilmez müttefiklerini bir çıkmaza sokup, savaştan yana olduğunu ilan ettiği zaman, birleşik donanmanın öncü gemileri boğazları henüz geçmemişlerdi. Savaşın kendisi ise, üç ay önce, Rus birlikleri Prut nehrini geçtikleri zaman başlamıştı. Hatta, Rus birliklerinin Tuna nehri kıyılarına ulaşmalarıyla, savaşın ilk bölümü sona bile ermişti. Şimdi olabilecek tek değişiklik, savaşın tek yanlı olmaktan çıkmasıdır.”

“Türkler için ölüm-kalım savaşı, Ruslar için geleneksel ihtirasın savaşı, her iki tarafın dinsel bağnazlığının savaşı, sonunda, Tuna’da başladı. Beklendiği gibi, silahlı saldırıyı ilk Ömer Paşa başlattı; istilacının Osmanlı topraklarından zorla çıkarılması yönünde gösterilerde bulunmak, onun görevi gereğiydi,” sözleri ile başlayan Kutsal Savaş adlı makalesinde F. Engels, -“ Avrupa’daki mücadele Türkler için elverişsiz koşullar altında başlamışsa da, Asya’da durum”un tersine olduğunu yazıyor. Kafkas bölgesinin coğrafi, stratejik ve taktik analizini ve oradaki Türk ordusunun durumunu tasvir ettiği bu makalede F. Engels, Kafkasya’da “Türklerin Ruslardan bir parça daha kuvvetli olabileceklerini ve bu nedenle de bu savaş alanında saldırı savaşına girmelerinin” gerektiği kanaatine varıyor:

“Türklerin başarı olasılıkları gerçekten Avrupa’ya bakışla Asya’da daha fazla. Asya’da, korumaları gereken sadece bir tane önemli yer var: Batum. Ve Batum’dan ya da Erzurum’dan Kafkasya’ya doğru gelişecek bir ileri harekât, başarılı olursa, onlara müttefikleriyle, dağlılarla doğrudan bağlantı olanağını sağlayabilir ve Kafkasya’nın güneyindeki Rus ordusunun Rusya’yla, hiç değilse karadan bağlantısını derhal kesebilir. Bu, tüm Rus ordusunun yok edilmesi sonucunu doğurabilir. Öte yandan, eğer Türkler yenilirlerse, Batum’u, Tranzon’u, Erzurum’u tehlikeye atarlar. Ama durum bu olsa bile Ruslar, daha fazla ilerleyecek kadar güçlü olamayacaklardır. Sağlanabilecek yararlar, yenilgi durumundaki yitiklere ağır basıyor. Bu nedenle Türklerin, sağlam ve inandırıcı nedenlerle, bu bölgelerde saldırı savaşına karar verdikleri anlaşılıyor.”

F. Engels Tuna üzerinde başlayan askeri harekatın tahlili ile başladığı Türk Savaşının Seyri adlı makalesinde Kafkasya’da her iki tarafın askeri gücü ve orduların durumunu anlatarak, bu cephede Türklerin Rusları yenebilmeleri için ne yapmaları gerektiğini öneriyor:

“Türklerin girişebilecekleri en iyi saha şudur: Düzenli kıtaların Tiflis’e giden yola ani yoğun saldırıları -Türkler denizde tutunabilirlerse kıyı boyunca, bunu yapamazlarsa Kars ve Ardahan üzerinden - başıbozuklara özgü bir yorulmak bilmez, enerjik ve yıldırım hızlı bir savaş yöntemiyle birlikte; bütün bu hareketler Voronzov’u kısa zamanda çıkmaza düşürür, Şamil ile bağlantı sağlar ve Kafkasların her tarafında genel bir ayaklanmaya yol açar. Ama burada cesaret, hız ve hareketlilik birbirine uyumu, Tuna’dakinden daha çok gereklidir. O bölgedeki Türk komutanlarının bu niteliklere sahip olup olmadıklarını bekleyip görmek gerekmektedir.”

F. Engels bu makaleye müteakiben yazdığı Türk Savaşının Daha Sonraki Seyri makalesinde Ömer Paşa birliklerinin Oltenitza’daki başarısından memnuniyetle bahsederek, savaşın  “çar için her yanda kötü talihle” başladığını yazıyor:

“Ümit edelim ki, sonuna kadar böyle sürsün, ve Rus yönetimi ile Rus halkı bu suretle kibir ve gururlarını gemlemeği öğrenip gelecekte kendi işleriyle uğraşsın.”

Tuna’da Türk birliklerinin ilk başarılarından sonra Batılı devletlerin “Türkiye’ye karşı bir çeşit silahlı barıştırma girişiminde” bulunduklarını düşünen K. Marks, Sırbistan’la çıkabilecek “ciddi bir çatışma ile ilgili şöyle yazıyor:

“Başka herhangi bir zamanda Türkiye için öldürücü olabilecek böyle bir çatışma, bugünkü durumda, belki de Türkiye’yi Batı diplomasisinin pençesinden kurtarabilecek tek yoldur. Bugünkü karışıklığa bir şeyler katan, iflas eden Avusturya’yı tehlikeli tarafsızlıktan sürüp uzaklaştıran, Avrupa savaşı olasılığını artıran ve Türkiye’yi devrimci tarafla ittifaka zorlayan her yeni olay, en azından Rusya ile olan savaşında, Türkiye’nin yararına hizmet edecektir.”

Ömer Paşa komutasındaki birliklerin Tuna’da başarılarının yarım kalmasını ve Türklerin Oltenitza’dan çekilmelerini “Avrupa diplomasisinin müdahaleleri, Divanın kararsızlığı, Sırbistan’a karşı Türk siyasetinin karasızlığı” ile izah eden F. Engels, “Oltenitza savaşının manevi etkisi kuşkusuz büyük bir kazanç” olduğunu bildiriyor, aynı zamanda kaçıp kurtarmayı başaran Ruslar için, - “Parça parça edilmeyi hak ettiler, ama hepsi selamete çıktı,” -  yazarak, çarizme nefretini gizlemiyor.

Rusların Sinop baskınını detaylı şekilde tasvir ettiği Türk Savaşında Gelişme makalesinde F. Engels, “Türklerin, öylesine eşi görülmedik bir dizi hatalarının sonucu”nda vuku bulan Sinop çarpışmasının “ancak, Batı diplomasisinin zararlı karışmalarıyla ya da İstanbul’daki Fransız ve İngiliz elçilikleriyle ilişkin bazı kişilerin Ruslarla fesat ilişkisi kurmasıyla” açıklanabileceğini yazıyor:

“Sinop zaferi, Ruslar için onur taşımıyor. Türkler ise hemen hemen işitilmemiş bir cesaretle dövüştüler, çarpışmalar boyunca tek gemi bile bayrağını indirmedi. Türklerin, donanmalarının bu değerli parçasını yitirmeleri, bu kısa süreli işgal ve böyle bir olayın Türk halkı, ordusu ve donanması üzerinde yarattığı keder verici manevi sonuçlar, Türk donanmasının Sinop filosunu gözlemesini, korumasını ve limana getirmesini engelleyen Batı diplomasisinin “arabuluculuğu”nun ürünüdür. Bu, aynı zamanda Ruslara darbeyi kesinlikle ve güven içinde vurmaları olanağını sağlayan gizli bilgilerin verilmesinin sonucudur.”

Aynı makalede Kafkasya’da (Ahıska’da) Türklerin “başta başarı kazanmalarını engelleyen, sonradan da yenilmelerine yolaçan iki hata”dan bahsediyor:

“Türkler, ordularını Batum’dan Bayazid’e uzanan uzun bir hat üzerine yaydılar ve böldüler; gerçi, birliklerinin bir kesimi bugünkü durumda, hiç bir işe yaramaz Erivan’ı çekişmesiz elde tutuyorlar ama, birlikleri hiçbir noktada, Tiflis’e bir saldırıyı yoğunlaştıracak güçle değil. Arazi çıplak ve kayalık. Orada büyük bir orduyu beslemek güç olabilir, ancak tüm kaynakların çabucak bir araya yığılabilmesi ve hızlı hareket, bir orduda açlığa karşı en iyi yoldur. İki birlik - biri Batum’u tutan ve kıyı hattına saldıran, ikincisi Kür vadisinden Tiflis üzerine yürüyen iki birilik - yeterdi. Ama Türk birlikleri hiçbir gereksinme olmadığı halde, âdeta onları güçten düşürünceye kadar bölümlere ve alt bölümlere ayırıldılar.”

F. Engels, ikinci hatanın, “diplomasinin, Türk filosunu içine attığı hareketsizlik” olduğu kanaatindedir.

K. Marks ise Sinop’taki olayı “sonuçsuz kasaplık”, “tüyler ürpertici katliam” olarak karakterize ediyor. K. Marks Sinop olayından sonra “tehlikede olmayan ve büyük bir olasılıkla gelecek on iki ay boyunca da tehdit edilemeyecek olan bir başkenti savunmak üzere yüz bin kişilik bir Fransız ve İngiliz ordusu”nun seferi ile ilgili şunları yazıyordu:

“…Bu seferi planlayanların, doğrudan doğruya sultana ihanet etme niyetini taşıdıklarına ve Rusya’yı, olabildiğince korkutma bahanesinin gerisinde, Rusya’ya en az zarar gelmesi için olanca dikkati göstereceklerine inanıyorum.”

F. Engels, İngiltere ve Fransa hükümetlerinin tüm diplomatik oyunbazlıklarına rağmen bu iki devletin kerhen de olsa savaşa katılacaklarını tahmin ettiği Avrupa Savaşı” başlıklı makalesinde yazıyordu:

“Fransız ve İngiliz donanmaları, Rus donanmasının, Türkiye kıyılarına ya da Türk donanmasına  zarar vermesini önlemek üzere Karadenize girmiş bulunuyor. Çar Nikola, böyle bir adımın, onun için, savaş ilanının belirtisi olacağını çok önceden söylemişti. Şimdi sessizce sineye mi çekecek?

Birleşik donanmaların derhal saldırıya geçmesi ve ya Rus filosunu, ya da Sivastopol’daki askeri tersanelerle müstahkem yerleri yıkması beklenmiyor. Tam tersine, kalıbımızı basarız ki, iki amirale, diplomasinin hazırladığı buyrultu, çatışma olasılığından kaçınabildiği kadar kaçınma doğrultusundadır. Ama donanmaların ve orduların hareketi, bir kere emredildiği zaman, artık, diplomasinin arzularına ve tasarımlarına değil, tüm hareketin güvenliğini tehlikeye atmadıkça karşı durulmayacak olan kendine özgü yasalara bağlıdır. Diplomasi, Rusların Oltenitza’da yenilmelerini hiçbir zaman istemiş değildi. Ama küçük özgürlük bir kere Ömer Paşaya tanındıktan sonra ve askeri harekat bir kere başladıktan sonra, iki düşman komutanın girişimleri, İstanbul’daki elçiler tarafından denetimi büyük ölçüde olanaksız bir alanda sürdürüldü. Öyleyse, gemiler bir kez Beykoz önlerinde palamar çözdü mü, artık ondan sonra kendilerini, Lord Aberdeen’in barış dualarının ya da Lord Palmerston’ın Rusya’yla kurduğu desiselerin geri çekemeyeceği bir noktada ne zaman bulacaklarını kimse söylemez. Donanmalar o noktada, rezilce bir çekilmeyle kararlı bir mücadele arasında seçim yapmak zorunda kalabilirler. Karadeniz gibi dar, çevresi karayla kaplı, birbirine hasım olan donanmaların, ötekinin gözüne görünmemeyi güçlükle başarabilecekleri bir deniz, bu koşullar altında hemen her gün, çatışmanın zorunlu hale gelebileceği yerin ta kendisidir. Çarın da Sivastopol’sa donanmasının kapalı kalmasına, herhangi bir direnç göstermeksizin izin vermesi beklenmemelidir.

Şu halde, bu adımı bir Avrupa savaşı izleyecekse, bu, her olasılık gözönüne alınarak, bir yanda Rusya’nın, bir yanda İngiltere, Fransa ve Türkiye’nin yer aldığı bir savaş olacaktır. Böyle bir durum, yapabildiğimiz ölçüde, tarafların başarı şansını karşılaştırmamızı, faal güçlerini tartmamızı gerektirecek kadar olası görünüyor.”

Adı geçen makalede muhtemel savaş senaryolarını tahmin eden F. Engels, bu savaşın Avrupa’da demokratik değişiklere yol açacağına, çar Rusya’sına karşı devrim savaşına çevrileceğine ümit ediyordu: “Ama unutmamalıyız ki, Avrupa’da, belli zamanlarda üstünlüğünü, sözümona “büyük” beş devlette göstermiş, hepsini titretmiş, altıncı bir güç daha var. Bu gücün adı devrimdir. Devrimin hayata dönüşünün bir çok belirtisiyle karşılaşılıyor. Sadece  bir işarete gerek var. İşte o zaman en büyük Avrupa gücü, parlayan zırhı için de elinde kılıcıyla, Olimpos dağının tepesinden gelen Minerva gibi sökün edecektir. Bu işareti, olması yakın Avrupa savaşı verecektir.”

K. Marks ve F. Engels, Rus Savaşında Durum adlı makalelerinde “Silistre’nin büyük askeri önem taşıyan bir nokta olduğunu, askeri harekatın kaderini, bu kalenin kaderinin saptadığını, Rusların bu kaleyi kuşatmaktan birdenbire cayıp, Seret’e çekilmeleriyle, geçen yılki toprak kazançları ile bu yılki toprak kazançlarını yitirmiş olduklarını” belirterek, “Silistre’nin güçlü ve kahramanca savunulması, müttefik devletleri olduğu kadar Osmanlı Divanını da şaşırttı”ğını yazıyorlar.

“Savaşın başından bu yana yer alan askeri olaylar arasında askeri açıdan en önemlisi, kuşku yok ki, Silistre kuşatmasıdır. Rusların askeri harekatının başarısız kalmasına neden Seret’in gerisine çekilme olayını bir kat daha haysiyetsiz duruma getiren şey, bu kalenin alınmamasıdır,” – yazan F. Engels, Silistre Kuşatması makalesinde resmi Rus raporlarına dayanarak, Türklerin adı geçen kaleyi kahramanca savunmalarını detaylı anlatarak, - “savaş tarihinde Arap Tabyası gibi bir dış tabyanın böylesine dayandığı bir başka olay” bilmediyini belirtiyor.

K. Marks. Tuna cebhesinde “Rusların görünüşüne göre bütün … garip ve birbiriyle çelişkili hareketlerini, Türk ordusunun, diplomatik düzenlemelere zamansız müdahalesiyle”  açıklayarak, yazıyor:

“Diplomatların Viyana’da birbirini izleyen anlaşmaları, Türklerin, Oltenitza, Çetelya ve Silistre’deki kahramanlıklarıyla paramparça edildiği gibi, sahtecilik de, Ömer Paşa ordusunun genel ilerleyişiyle boşa çıkarıldı.”

“Silistre kuşatması boyunca müttefiklerin takındığı tutum”u eleştiren F. Engels, “kuşatma boyunca … 20.000 İngiliz askeriyle 30.000 Fransız askeri, bu kaleden birkaç günlük yürüyüş uzaklığında, pipolarını tüttürdüler ve yaklaşan kolera için kendilerine çekidüzen verdiler,” – yazarak, “Kırım’a nasıl bir sefer yapılırsa yapılsın, nasıl bir zafer kazanılırsa kazanılsın, Fransız ve İngiliz komutanların şerefine sürülen bu leke”nin temizlenemeyeceğini ifade ediyor.

Müttefiklerin Kırım seferini Fransız birliklerindeki “kolera ayaklanması”nın tetiklediği kanaatine varan F. Engels, Kırım seferinin “uzun süre önce hazırlanmış ustaca girişimlerin bilinçli sonucu olacak yerde, aceleyle … alınmış bir karardan ve Aziz Arnaud’nun kendi askerleri tarafından katledilmesini önlemek üzere düşünülmüş bir girişimden başka bir şey” olmadığını yazıyor.

F. Engels’in Sivastopol’a Saldırı, Sivastopol Kuşatması, Savaşın Büyük Olayı, Kördöğüşü makalelerinde ve K. Marks’la ortak çalışmaları olan Savaşta Gelişmeler, Kırım’da İngiltere’nin Karşılaştığı Felaket – İngiliz Savaş Sistemi  makalelerinde Kırım cephesindeki muharebeler geniş şekilde analiz ediliyor.

K. Marks ve F. Engels, bir çok makalesinde anılan dönemde Fransa’nın iç ve dış siyasetini, Kırım harbinde Fransa’nın rolünü de değerlendiriyorlar. Onlara göre, orduya dayalı diktatörlük III. Napaleon’u askeri maceralara sürüklemektedir. “Bonaparte, doğal olarak, savaşa girmeyi yürekten istiyor. Ya ülke içinde devrim, ya da ülke dışında savaştan başka seçeneği yoktur,” -  yazan K.Marks, Fransa’nın Kırım harbinin tahrikçilerinden biri olduğunu defalarca vurgulamıştır: “… iktidara bonapartçı elkoyma, şimdiki Doğu olaylarının gerçek kaynağıdır.” K. Marks’ın, Kırım’daki Fransız birliklerinin komutanı bonapartçı mareşal Aziz Arnaud hakkındaki makalesi bu açıdan ilginçtir.

F. Engels, Büyük Serüvencinin Yazgısı, Napaleon’un Son Kozu, Napaleon’un Bahanesi makalelerinde Sivastopol kuşatmasının uzanmasının ve müttefik birliklerinde verilen sayısız kayıpların sorumlusu olarak Louis Bonaparte’ı gösteriyor.

K. Marks, People’s Paper gazetesinde yayınladığı Küçük Bonaparte’ın Fransa’sı makalesinde Kırım harbi donemi bonapartçı rejimin hakim olduğu Fransa’daki iktisadi, siyasi ve sosyal vaziyeti her yönden tahlil ediyor.

K. Marks ve F. Engels Kırım harbi süresinde Avusturya ve Prusya’nın iç ve dış siyasetlerinin eleştirel analizlerini yaptıkları bir sıra makale yayınlamışlardır.

Kırım harbinin son aşamasında iki önemli askeri harekat dikkat çekiyor – Ömer Paşanın Kafkasya çıkarması ve Kars uğrunda mücadele. F. Engels 25 Ocak 1856 tarihli New-York Daily Tribune gazetesinin 4608 sayısında yayınladığı Asya’da Savaş makalesinde Ömer Paşa birliklerinin Kafkasya’daki faaliyetlerini ve Kars’ın düşüşü ile sonuçlanan olayları tahlil ederek, müttefiklerin Asya’daki başarısızlıklarının suçlusu olarak Lord Redcliffe’i gösteriyor.

“Kars’ın düşüşü, Rusya’ya karşı yürütülen yapmacık, sahte savaşın tarihinde bir dönüm noktasıdır. Kars düşmeksizin ne Beş Nokta, ne konferanslar, ne Paris Antlaşması, tek sözcükle, ne de sahte barış olabilirdi. Şu halde, hükümetin – dikkatle pişirilip kotarılmış, kısaltmalarla kötürümleştirilmiş, bazı parçaların atlanmasıyla sakatlanmış, bazı tahriflerle yamanmış – kendi Mavi kitabından, başından beri, Karsın düşüşünü Lord Palmerston hükümetinin planladığını ve planını sonuna kadar uyguladığını kanıtlayabilirsek, peçe kaldırılacak, Doğu savaşı, çevresine diplomatik olarak sarmalanan sis arasından, şaşkınlık verici bütün olaylarıyla ortaya çıkacaktır.”

K. Marks, yukarıdaki paragrafla başlayan, 1856 yılının Nisan ayında dört parça halinde  People’s Paper gazetesinde yayınladığı Kars’ın Düşüşü makalesinde İngiliz parlamentosu tarafından yayınlanmış bulunan Papers Relative to Military Affairs in Asiatic Turkey, and Defence and Capitulation of Kars (“Asya Türkiye’sindeki Askeri İşlere Ait Belgeler, ve Kars’ın Savunulması ve Teslimi”) adlı Mavi Kitap’taki belgelere dayanarak, Kars’ın kuşatılması, savunulması ve sonunda teslim edilmesini kronolojik sıra ile tahlil ederek, “Karsın düşüşünü Lord Palmerston hükümetinin planladığını ve planını sonuna kadar uyguladığını” ispatlıyor.

Ayrı bir araştırmaya konu olabilecek bu makalenin ayrıntılarına girmeden yazımı adı geçen makaleden bir parça ile sonlandırıyorum:

“Rus saldırı kolları karşısında Türklerin 29 Eylülde kazandığı zafer … karamsarlığı, akan bir yıldızın yarattığı parıltı gibi bir an için aydınlatarak dağıtıverdi. General Williams, aynı tarihli yazısında, o günü, “Türk ordusu için şanlı bir gün” olarak niteliyor. General Williams, 3 Ekim tarihli mektubunda Clarendon’a şöyle yazmakta:

‘Yedi saate yakın süren çarpışmalarda Türk piyadesi ve topçusu, tam bir cesaretle dövüştü. Neredeyse dört ayı bulan bir süreden beri siperlerde oldukları,bu siperleri gece gündüz korudukları düşünülürse, giyisilerinin zayıf olduğu, yarım tayın aldıkları anımsanırsa, yirmi dokuz aydan beri aylık almadıkları göz önünde tutulursa, siz lord hazretlerinin kabul edecekleri gibi, bu askerler Avrupa’nın hayranlığını hak etmeğe değer olduklarını göstermişler ve Avrupa’nın en seçkin askerleri arasında yer almaya hakları olduğunu, kuşkusuz ortaya koymuşlardır’.”

KAYNAKLAR

1.Karl Marks ve Friedrich Engels. Doğu Sorunu [Türkiye], Çeviren: Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, Ankara, 1977.

2.К. Маркс и Ф. Энгельс. Сочинения, Том 9, Издание второе,  Гос. Изд. Полит. Литературы, Москва, 1957.

3.К. Маркс и Ф. Энгельс. Сочинения, Том 10, Издание второе,  Гос. Изд. Полит. Литературы, Москва, 1958.

4.К. Маркс и Ф. Энгельс. Сочинения, Том 11, Издание второе,  Гос. Изд. Полит. Литературы, Москва, 1958.

5.Х. М. Ибрагимбейли. Кавказ в Крымской войне 1853 - 1856 гг. и международные отношения, Издательство “Наука”, Москва, 1971. 

General Williams’ın Kars’tan ayrılışı, Kasım 1855

Marx'ın Kars ile ilgili makalesi