Kars’ta aşıklık geleneği

Kars’ın önemli bir kültür yönü olan aşıklık geleneğini yazarlar, çizerlerde sık sık ele alıyorlar. Konuyla ilgili araştırmacılar kitaplar hazırlıyor ve böylelikle gelecek nesillere bu mesleği anlatmaya çalışıyorlar.

Aşıklık geleneği Kars’ın önemli bir kültür mirası olarak günümüze kadar geldi. Yıllar öncesine kadar da Murat Çobanoğlu kahvehanesinde bu gelenek sürdürüldü. Daha sonra teknolojiye yenik düşen aşıklar, internet çağına karşı yeni arayışlara girdi. Son yıllarda Valilik, Kültür Müdürlüğü ve SERKA’nın desteğiyle yeniden yapılanma içine giren ayıklık geleneği çeşitli etkinliklerle gündemde kalmaya çalışıyor. Aşıklar Otağı ve Aşıklar Evi gibi yeniliklerle gün güzüne çıkan aşıklar bu mekanlarda hem aşıklık geleneğini yaşatıyorlar hem de gelecek nesillere aktarıyorlar. Özellikle de üniversite gençliğini bu mekanlara davet ederek onların da görüşlerini alıyorlar.

Kars’ın önemli bir kültür yönü olan aşıklık geleneğini yazarlar, çizerlerde sık sık ele alıyorlar. Konuyla ilgili araştırmacılar kitaplar hazırlıyor ve böylelikle gelecek nesillere bu mesleği anlatmaya çalışıyorlar.

Bununla ilgili Araştırmacı Gazeteci Sait Küçük’ün da “Kars Aşıklık Geleneğini Sorgulamak ve Çobanoğlu” hakkında bir yazısı yayınlandı.

Küçük’ün yazısı şöyle:

“Dede Korkut Oğuznamelerinde iki Başkent vardır. Biri düne kadar Kars’a bağlı olan Iğdır’daki Karakale, diğeri ise Kağızman’daki Ağcakale’dir.

Oğuzların bilge kişisi, ozanı, kopuz mucidi, akıldar insanı Dede Korkut’tur. Oğuznamenin birinde baş kahramanlardan Kazan Han:

Sürmeli’de Ağcakale’de at oynattum« demektedir. Oğuzların kışlağı ve yaylağı Kars olduğuna göre halk ozanlığının başlangıcı da Dede Korkut ile Kars’ta başlamış bulunmaktadır.

9 ile 11. asırdan bu yana bu gelenek halk ozanı, halk şairi, halk aşığı gibi adlarla günümüze taşına gelmiştir.

Kars Eli, Dede Korkut’tan başlayarak Çobanoğlu’na varıncaya dek bu zaman içerisinde çok güçlü aşıklar yetiştirmiştir. Sanatı güçlü, kudretli olanların başında Tüccari, İkrami, Zihni, Şenlik, Ceyhuni, Bahri, Kahraman, İrfani, Müdami, Kasapoğlu, Hıfzı, Cemal Hoca, Nihani, Karahanlı gibi isimleri sayabiliriz.

Kars aşıklık geleneğindeki makamlarımızı ustalardan alan çıraklar, yazdıkları şiirlerinde ezgi olarak kullana geldiklerinden makam üretemez olmuşlardır. Hep aynı makam,hep aynı ağız, aynı tel ile çalıp söylemişlerdir. Kars aşıklık geleneğimiz bundan ötürü 1960 sonrası makam kısırlığı yaşamıştır.

Murat Çobanoğlu’nun bu yıllardan başlayarak açtığı »Çobanoğlu Gazinosu« Azerbaycan’da olduğu gibi Kars’ta bir »Aşıklar Okulu« işlevini üstlenmiştir. Bu mekana gelen aşıklık adayları burada sazı,sözü,türküyü kavramış, şiir türlerini öğrenmiş, aşıklığa başlamıştırlar. Kars, işbu mekanı açtığı için merhum Murat Çobanoğlu’na minnettardır.

Günümüz Kars aşıklık geleneğine baktığımızda ister makam olsun,ister şiir hususunda olsun Tüccari, Zihni, Şenlik döneminin çok çok gerilerindedir. Ama yakın bir tarihte yitirdiğimiz merhum Murat Karahanlı’nın sanat kudreti geleneğimiz için bir ışıltıdır.

Şiir sanatının bir duygu işi olduğunu bilmeyen yoktur. Fakat aynı zamanda şiir sanatının bir bilgi işi olduğunu da belirtmek gerek. Duygu ile bilgi birleşmelidir. Şiirde üç dört önemli unsur vardır. İmge, imaj, estetik, konu gibi. Bunlar olmayınca şiir şiirlikten çıkar ve yan yana yazılmış, hece ölçüsüne oturtulmuş mısralar birbirine bağlanmış, işe yaramaz kelime yığınları çıkar ortaya. Sonra sen dön bu yığınlar içerisinde berceste bir mısra, berceste bir şiir, bir şaheser ara ki bulabilesin.

Bu noktaya gelmişken örnek olarak hemen merhum Çobanoğlu’nun iki mısrasını örnek verelim. “Sor” redifleriyle biten bu şiirin ilk iki mısrası şöyle:

İnsan dedikleri duvara benzer

Hele sıvakları dökülsün de gör

Sonucu nereye bağlanırsa bağlansın,böyle bir benzetme olabilir mi? Olamaz, çünkü insanoğlu yaratılmışların en güzeli,en şereflisi olarak,kainatın aynası olarak yaratılmıştır. Bakın Daimi ne diyor:

Kainatın aynasıyım

Madem ki ben bir insanım

Hakkın varlık deryasıyım

Madem ki ben bir insanım

Duvar taştır, kerpiçtir, betondur. Güzelliği bu kadardır. Oysa insanın benzetileceği o kadar yeryüzü harikası var ki sorma gitsin. Böyle mısralarla hangi imajı yakalayabiliriz. Hangi estetiğe ulaşabiliriz ki?

Gerek Kültür Bakanlığı olsun, gerek Konya ve Kars Aşıklar Bayramı olsun, gerek çeşitli şiir yarışmaları olsun aşıklarımıza madalyalar yağdıra yağdıra kilolarını ağırlaştırdı, sanatlarını hafiflettiler. Nasıl mı? Geçtiğimiz yıllarda Kültür Bakanlığı bünyesinde »Cumhuriyet, Demokrasi, Atatürk« konulu bir yarışma açıldı. Şiir yarışması. Bu kelimeleri alan aşığımız: Cumhuriyet, Demokrasi, Atatürk kelimelerini on birli ayak yapıp üstüne bir dolgu döşemesiyle şiirlerini yazarak yarışmaya katılıp birincilik, ikincilik, üçüncülük ve mansiyonlar aldılar. Bu aşıklar ne yazdıysa Kültür Bakanlığı onları ödüllendirdi. İş böyleyken aşık niye kendini zorlasın ki niye şiirin inceliği için uğraşı versin ki?

Burada Hıfzı’nın bir dörtlüğüne göz atalım:

Canan da canına böyle kıyar mı

Hasta başın taş yastığa koyar mı

Ergen kıza beyaz bezler uyar mı

Al gey allı balam alların hani

Dörtlükte anlatılmak istenilen birinci dize de ölüm, ikinci dize de mezar, üçüncü dize de kefen, dördüncü dize de ise yaşamdır. Ama bunların ismi geçmeden anlatılmıştır. Sanat bu işte, estetik bu.

Merhum Murat Çobanoğlu’nun Aşıklar Kahvesinde çok ozan çalmış, söylemiş, bir çok ozan yetişmiştir. Makam ve şiir tekrarıyla hatta taklitleriyle yetişen bu ozanlar ne yazık ki üretken olamamıştır. Kars’ı, Erzurum’u geçtikten sonra bir Davut Sulari,bir İsmail Daimi, bir Muhlis Akarsu, bir Mahzuni çıkar karşımıza. Hem söz ustasıdır bunlar hem makam ustası. Maalesef bu Kars’ta yok. Günümüz Karslı aşıklarımızın telinden dökülüp de popüler olmuş türkümüz bir elin parmak sayısını geçmez.

Kars Aşıklık Geleneğinin benzeri ürünlerini yinelemekle bu geleneğe canlılık kazandırmak zor olsa gerek. Bu iş ancak özgün ürünlerle soluk bulabilir.

Nasıl mı özgün olacağız? Okuyarak, öğrenerek, yazdıklarımızı yırtarak. Yeniden yazarak. Bilgi sahibi olarak. Yaptığımız işin yarı duygu, yarı bilgi işi olduğunu kavrayarak.

Bilgi sahibi olmadan bir şeyi yapmanın doğurduğu bir sonuca gelmek istiyorum. Merhum Çobanoğlu bir kasetinde Kağızmanlı Hıfzı’dan bahsederek onun ünlü ağıtını okuyor.

»Hıfzı Kağızman Hakimliğinde mübaşir idi« diyor. Hakimin Kars’a bir evrak gönderdiğini, dönüşte sevgilisi Nergiz’in öldüğünü ve mezarı başına giderek ağıt yaktığını belirtiyor.

Bir kere Hıfzı »Kırk Yıllık Karagünler«de doğmuş ve ölmüştür. Bu yıllarda Kağızman esaret altındadır. Hıfzı’yı 1941’den sonra yayınlamaya başlamıştır. Sayın Barenseli 1960’larda kitaplaştırmıştır. Hem de Kars Halkevi yayınlarından. Sayın Çobanoğlu Kağızman’a defalarca gelip gitmiş. Hiç mi Hıfzı’yı yakın akrabalarından sormamış? Kaynaklardan hiç mi okumamış? Biz ne Hıfzı’nın, ne Şenlik’in, ne Sümmani’nin şiir sanatındaki inceliği kavrayabilmişiz nede ki kendi sanatımızı geliştirip güzelleştirme yolunda bir adım atabilmişiz. Ancak bizden önce ne varsa onlarla yetinebilmiş onları harcamaya çalışmışız. Çoğu zaman da yanlış bilgiler vermişiz halka.

Kars Aşıklar Bayramı’na dönelim. Bu yıl ilk olarak Kars’ta bir bayram yapıldı. Davet edilen aşıklar henüz sahneye adım atmadan madalya ve plaket ödülüne layık görüldü. Al sana bir koltuk karpuzu. Git de böbürlen. Aşık ne söyledi ki ödüllendirdin. Gerisi malum.

Ben şu andan itibaren aşıklarımızı hak etmeden aldıkları ödülleri anı sayarak kendilerini sorgulamaya başlayıp yaptıklarını ve yazdıklarını gözden geçirmelerini, okumalarını, yırtmalarını öneriyor onları berceste mısralar yazmaya, çok güzel makamlar üretmeye, bu geleneği canlandırmaya davet ediyorum.

Sözlerimi l930 doğumlu olup 70 yaşında iken şiir yazmaya başlayan Muhibbi mahlaslı Davulcu Muhittin Toper’in merhum Çobanoğlu’nun ardından yazdığı bir ağıt ile noktalamak istiyorum:

AĞLADI

Kars’ın Kalesinin bir burcu düştü

Nice ciğer yürek kavruldu pişti

Birden kayıp oldu kuş gibi uçtu

Yeller Çobanoğlu dedi ağladı

 

Duydum Ankara’da yatmışsın hasta

Bütün Türk milleti senün’çün yasta

Mezarın yaparlar o serhat Kars’ta

Eller Çobanoğlu dedi ağladı

 

Felek kemendini aldı eline

Asla acımadı yiğit haline

Mızrabın da küsmüş sazın teline

Teller Çobanoğlu dedi ağladı

 

Kurudu dalları Kars güllerinin

Bütün her tarafa yayıldı ünün

Muhibbi de duydu o kara günün

Diller Çobanoğlu dedi ağladı