Badem, Ortaylı’nın “Rusların yoğun bir Slavlaştırma ve kolonizasyona gittiği” görüşüne karşı çıkıyor ve “Slavlaştırma değil, Hristiyanlaştırmanın söz konusu olduğunu” ileri sürüyor. Bu ifade, Ortaylı’nın görüşünü teyit etmiyor mu? Zira Hristiyanlaştırmak, aynı zamanda Ruslaştırma anlamına geliyordu. N. İ. İlminski’nin kim olduğunu bilseniz ve onun İdil boyu Müslüman Tatar halkı arasındaki faaliyetini inceleseniz, neyin ne olduğunu anlardınız!
İlber Ortaylı’ya sordular, “Birileri niçin sizinle uğraşıyor?” Şöhret yokuşlarında susayanları kastederek, “Bazı türediler kısa yoldan şöhret olmak için…” cevabını veriyordu.
Rusların parçala-hükmet siyasetinden bahsetmek nasıl anakronizme düşmek sayılabilir? Bunu herkes biliyor! Eminiz ki kendisi de biliyor, ama kafa yapısı dürüstlüğe meydan vermiyor.
Diyor ki, “Etrak-i bi-idrak” diye bir söz duydunuz mu? Acaba bu lafı da Ruslar mı çıkardı?” Bu söz, bir devirde işte böyle kendini bilmezlerin sarfettiği lâfügüzaftan başka bir şey değil. Bu anlamda bir devlet siyasetinden söz edilemez. Hatta bu sözü kullanan bir valiye Sultan Abdülhamid’in sert çıkışı meşhurdur.
Konu bu mu? Rus’u savunmak sana mı düştü ki olmadık şeylere sarılıyorsun arkadaş?
1877-1917 yılları arası tamamen askerî bir dönemdir. Lâf cambazlığına ihtiyacımız yok! Bir tane Rus’un bile yaşamadığı yerlerden bahsediyoruz! Rus, askerî metotlarla ele geçirdiği yerleri, Bolşevik İhtilâli sırasında çıkan iç karışıklıklar sebebiyle bırakıp gitmiştir. Askeri çekilince ortada bir şeyi kalmamış, yalnız fitne ve fesadı kalmıştır. Öyle değil mi? Yoksa yine itiraz ederek, ‘Koyunlar yine kuzular, kısır inekler yine dert olur, kuraklık ve hastalıklar yine belâ olur’ mu diyeceksin? Eğer öyleyse sana uğurlar olsun!
Buyuruyor ki, “Ben aile büyüklerimden ve köylülerimden Rusların zulmüne dair hiç bir hikâye işitmedim.” O hâlde neyi tartışıyoruz? Koca bölge ahalisi inim inim inler yahut “Göç göç oldu göçler yola düzüldü.” şeklinde ağıtlar yakarken Ruslar bu arkadaşımızın köyüne özel bir rejim uygulamış; herkes hayatından memnunmuş… Buna bir diyeceğimiz yok! Üstelik şahidi de yakın zamanda aramızdan ayrılan amatör bir köy öğretmeni! Herkesten belge isteyen Badem, Fehmi Bayraktaroğlu’ndan belge istemiyor! Kaldı ki Bayraktaroğlu bile -mış, -miş’le biten cümlelerine bütün bunları, “Müslüman halka hoş görünmek için yaptığı…” kaydını koymuş!
Kırzıoğlu’ndan sonra onun okulundan saydığı Yunus Zeyrek de Badem’in taşlarından nasibini alıyor. “Posof’un Çizgileri adlı kitabında var olduğunu iddia ettiğim bazı zorlama etimolojilere örnek göstermemi ve varsa doğrusunu bildirmemi istemiş. Hay hay efendim, göstereyim. Sayın Zeyrek kitabında Ahıska isminin Aksu/Aksı’dan geldiğini yazıyor (agy, sf. 157). Bence doğrusu Ahıska’nın özgün şekli Ahalsıhe ve Gürcüce’de Yeni kale demektir. Ahalsıhe Türkçe’de Ahıska olmuştur.”
Öğrendiniz mi Ahıska ne demekmiş! Badem’in mantığına göre bir kelime Türkçe olacağına önce Rusça, sonra Gürcüce olsun daha iyi! Dede Korkut Kitabı’nı okumuş olsaydı bu kelimenin orada Ak-sıka, Ak-saka şeklinde geçtiğini öğrenirdi. Roma çağında Lomsia adını taşıyan buranın adı Türklerde Aksıka, sonra da Gürcüce Akhal-skhe olmuş. Bu son şekle mi özgün şekil diyorsunuz? Ne hakla? Bu son hâlin anlamı da yeni kale demek! Ama bunlar Zeyrek’in kitabında defalarca geçiyor, yani o, kelimenin macerasını biliyor, bu konuda senden öğreneceği bir şey yok! Yine o, kelimenin Türkçe şeklini, muhtelif toponomi kaynaklarına bakarak bir mülâhaza şeklinde açıklıyor; kesin yargıya varmıyor. Diğer toponomiler de böyle. O hâlde ona niçin bulaşıyorsunuz? Zeyrek’in kitabında çok önem verdiğinizi söylediğiniz dipnot ve kaynaklara baksaydınız böyle bulaşma hastalığından bir an olsun uzak kalmış olurdunuz. Üstelik de kafa yormadığınız, kaynak taraması yapmadığınız bir konuda ukalalık yapmazdınız.
Bazı köy adları konusunda, “Bence bu adlar Türkçe değil Gürcücedir.” buyuran ünlü tarihçi(!), “Fakat bu iş dilbilimciler ve etimoloji uzmanları için de kolay değil değildir.” diye ekliyor. Peki, onlar için kolay olmayan husus sizin için nasıl kolay oluyor da önce kesin hükmünüzü ortaya koyuyorsunuz? O zaman uzmana, dilbilimciye ne gerek var! Hiçbir kaynak karıştırmadan “Bence…” diye başla, “Fakat…” diye sıvış! Ne güzel! Yeni tarihçimizde bir Türk -nefreti demeye dilim varmıyor ama- antipatisi, fobisi seziliyor.
“Khahol kelimesi bilimsel literatürde yer almaz” mış! Biz öyle bir iddiada bulunmadık, sadece yaygın olarak kullanıldığına işaret ettik. Kaldı ki sizin kullandığınız birçok kelime de bilimsel literatürde yok! Rusların başka milletlere çok saygılı olduğunu iddia ediyorsunuz. Peki, soralım: Aralarında beş yıl yaşadığınız Ruslar, Azerbaycan halkına ne diyorlar, cevap ver!
Muhteremin bir de zamanına göre Rusların iyileri ve kötüleri olduğundan yakınması var ki… “Şimdiki Rusların piyasa köktencisi, kaba, ruhsuz ve görgüsüz olanlarından yani özellikle Moskova’da toplanmış olan şu Yeni Ruslardan ben de hoşlanmıyorum. Bunlar paraya taparlar ve bilim insanına şu gözle tepeden bakarlar: Madem bu kadar zekisin, öyleyse neden fakirsin? Ama Sovyet dönemi Ruslarının çoğunluğu böyle değildi.”
Neylersin ki gitti gelmez Sovyet dönemi!
Biz, insan olarak Ruslarla ilgili bir değerlendirme yapmadık! Bizim de Ruslardan tanıdık bildiklerimiz, haberleştiklerimiz var. Mesele, şu Rus, bu Rus değil; tarihte kin ve nefret aşılayan, kendi çekip gitse de fesadı bitmeyen Rusya’dan bahsediyoruz. Sahi sizin de çalışmanız Çarlık Rusyasının Kars Yönetimi değil miydi? Bize ne, Çarlık, Sovyet veya kapitalist dönem Rusundan!
Candan Bey, kitabında olduğu gibi yazısının hemen her bahsinde sözü dolaştırıp Kırzıoğlu’na getiriyor. “Madem Posof’un ve öteki ilçelerin köy adları Türkçe idi o zaman niye değiştirdik? Sahi bu köy adlarının değiştirilmesinde Kırzıoğlu’nun da bir rolü var mıdır?”
Dedik ya, hastalık başka bir şey! Bu ad değiştirme de öyle. Candan Bey, sadece 1943’te kaldığından Hocanın yazılarını okumamış; okumuş olsaydı hiç olmazsa bu konuda ona iftira etmezdi. Zira Hoca, birçok Türk menşeli boy ve oymak isimlerinin cahil memurlar yüzünden silindiğinden yakınırdı. Badem, Hocanın bu düşüncesini bilseydi bu defa da ırkçı diyecekti. Çünkü yakalanmış bir kere, kolay kolay iflâh olacağa da benzemiyor. Adını andığı merhum hemşehrimiz Prof. Dr. Mecit Doğru’ya saldırmadığına hayret ettik. Öyle anlaşılıyor ki Doğru’nun, Hocanın öğrencisi ve daima hürmetkârı olduğunu bilmiyor! Bilseydi bir yolunu bulur ona da bulaşırdı.
Yeni tarihçimiz buyuruyor: “Kopuzlu Rusya’nın 1902’de Ermeni hareketine mesafeli olduğuna inanmıyor. Ben kitabımda belgelerimi konuşturdum. Varsa o da aksini gösteren belgeleri göstersin. Yoksa ezbere konuşmakla olmuyor. Bana göre Rusya’nın Ermeni hareketine yaklaşması 1912’den sonra olmuştur.”
Bu ifadelerin sahibiyle tarih konuşulabilir mi? Evet, çalışma alanınız şu şu yıllar arası olsa da genelleme yaparken 1828 yılına dair Osmanlı-Rus savaşlarına bir göz atmak gerekmez miydi? Ermeni hareketine Ruslar ne zaman yaklaşmış? Hatta onları ne zaman harekete geçirmiş, görürdünüz!
Dostça bir tavsiye: J. Baddeley ve W.E.D. Allen isimlerini bir kenara not ediniz! Rus Generali İ. Paskeviç’in kim olduğunu ve Kafkasya’da neler yaptığını, niçin Erivanski unvanını aldığını öğreniniz! Kimin ezbere konuştuğunu anlayınız; sonra da o çok güvendiğiniz belgelere yeniden bakınız!
Elimizde çarlık zamanı Kars ve çevresinin ahvalini özetleyen bir not var. Kimin yazdığını bilmiyoruz, ama üzerinde eski yazıyla “Kâzım Beyden” ibaresi var (Acaba Kâzım Mugan mı?). Yeni el yazısıyla yazılmış olan (muhtemelen o günleri yaşayan bir babanın oğluna anlattığı) bu not, Candan Beyin kütük gibi kitabından en az yetmiş seksen sene önce, üç madde hâlinde şunları söylemektedir: “Dinlediklerim: Çarlık Rusyası Türk halkını uyuşturmak için üç yol takip ediyormuş: 1. Vergiler az olduğundan halk da az çalışır rahat yaşarmış. Köyünde oturuyor, dünyayı Sibir’e sürülüp dönenlerden öğreniyormuş! 2. Askere almıyor, senede 40 manat alıyormuş. Halk askerliği öğrenmiyormuş. Bunun acısı Büyük Harb’in sonunda çekildi. 3. Rus-Japon harbinden sonra Rus hükûmeti zayıflamış; istiklâl ve milliyetçilik hareketleri ortaya çıkmış. Cenup Kafkas’ta Ruslar, Azerbaycanlılarla Ermenileri birbirine düşürmüş. Senelerce birbiriyle kavga etmişler. Hükûmet vaziyet almamış. Eyce iki tarafı da körüklemiş. Öyle olmuş ki kazayla bir sandık bir teneke düşse, sesi işiten tüfek, tabanca, hançer alır dışarı fırlarmış. Ermeni-Müslüman davası yüzünden Türk halkı gözünü açıp büyük düşmanı görememiş. Bunun en büyük acısı Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da Umumî Harb’in sonunda açıkça görülmüş.”
İşte sana Çarlık Rusyası Yönetiminde Kars Vilayeti!
Demek ki Ömer Seyfeddin’in dediği gibi, vatandaşın irfanı, âlim geçinen birçoğunun ilminden daha ileri!
Tekrar ediyoruz: Candan Bey, geniş malzeme ve büyük emeklerle çok değerli bir eser yazma fırsat ve imkânına sahipken, çalışmasını, asıl sahibi tarafından tarihin çöplüğüne atılmış menhus bir ideolojinin tutsaklığına kurban etmiştir.
Bütün bunlara rağmen söz konusu kitap, erbabı için faydadan hâli değildir.