Naif Alibeyoğlu : Dünyamıza sahip çıkalım

Siyaset uzmanı Naif Alibeyoğlu'nun "Vatan Dünyadır" başlıklı yazısı :

VATAN DÜNYADIR…     

İlkel toplumda insanlar birlikte topluyor, birlikte avlanıyor, bunları birlikte eşit paylaşıyorlardı. Bu birlikteliğin temeli hayatta kalmaktı. Doğduğunda doğanın en savunmasız canlılarıydı insanlar. Barınmak için ağaç kovuklarını, mağaraları, korunmak; ısınmak ve pişirmek için ateşi kullanmayı öğrendiler. Her şey ateşle, aşla, aşkla başladı.

Ne zaman ki taşı alete dönüştürdüler, toplamayı ekmeye, avlanmayı yetiştirmeye dönüştürdüler, ihtiyaçlarından fazlasını biriktirmeye başladılar. İlk özel mülkiyet kavgayı başlattı ve insanları ayrıştırdı. Ateşin kontrol edilebilmesi gücün bir elde toplamasını getirdi. Üretim için yaptıkları aletleri, avlanmak için yaptıkları silahları bir gün birbirlerine karşı kullanacaklarını bilmiyorlardı elbette.
Toprağı işlemek, hayvanı ehlileştirmek yerleşik düzeni ve sınırları getirdi. Yaşamak toprağı, tohumu ve üretime dâhil edilen hayvanları elinde tutanların en doğal hakkı sayılırken, diğerleri için yoksunluk ve ölüm demekti. Savaştılar, kazananlar ‘sahip’ olurken kaybedenler ya öldürüldüler ya da köleye dönüştürüldüler.

Ateşle madeni buluşturduklarında toprağı daha kolay işlerken gelişmiş silahlarla daha çok ve kolay avlandılar. Biriktirdiler, biriktirdiler, biriktirdiler… Bu ayrıcalıklarını korumak ve daha güçlenmek için ordular kurdular, hiyerarşiyi oluşturdular. Her şeye sahip, her şeye hakkı olan efendiler ile hiçbir şeyi olmayan, hiçbir hakkı bulunmayan köleler olarak ayrıştı insan; köleler ve mülkiyeti elinde bulunduran köle sahipleri... 


Gün geldi topraklar onlara yetmedi. Ellerinde madeni güçlü silahları vardı. Komşu kabilelerin topraklarını işgal ettiler. Onlara savaş açtılar, mallarına el koydular. Onları esir aldılar, topraklarına el koyup genişlettikleri topraklarında çalıştırmak üzere köle yaptılar. Böylece sınıflar doğdu; Toprakları sınır oldu. Bu sınırları korumak, kölelerin başkaldırısına karşı bir güvenlik örgütüne, köleleri ve günlük hayatı yönetmek için bir düzene ve işlemesi için yasalara ihtiyaç vardı. Böylece devletin çekirdeği oluşmaya başladı. Bu oluşumda yer alan herkesi kahramanlık söylemleri ve türkülerle donatmak, tanrıların onların yanında olduğunu ama yanlış yaparlarsa onların şiddetine maruz kalacaklarına inandırdılar.

Artık ganimet ve tanrılar için savaşacaklardı. 

Tek tanrılı dinlere geçtiklerinde daha kolay yönettiklerini gördü sahipler, efendiler, beyler, krallar, sultanlar. Cennetin anahtarı vaadiyle savaşa gönderebiliyor, kendileri ve dinleri için gönüllü ölmelerini isteyebiliyorlar Haçlı Seferlerini başlatıyorlardı. 
     

Toprakları büyüdükçe daha yeni ve güçlü organizasyonlar ve kurumsallaşma ihtiyacı doğuyordu.Köylüler ve yöneten beylikler, derebeylikler, krallıklar ve daha da büyüyerek imparatorluklar feodaliteyi oluşturuyordu. Bu arada kentsoylu ticaret erbabı bir sınıf oluşuyordu. Özellikle buharlı makinelerin icadıyla üretim araçlarını elinde bulunduran burjuvazi ve üretim araçlarının bir parçası haline gelen çalışanlar, işçi sınıfı doğuyordu. Fransız ihtilali ile birlikte kapitalist devlet yapısı özgürlük, kardeşlik, eşitlik söylemiyle ortaya çıkıyordu. Burjuvazinin egemenliğinde bütün kutsal değerler yerle bir edilirken çıplak bir sömürü düzeni, imparatorlukların yerini ise emperyal devletler alıyordu.
     

Günümüzde kapitalizmin doymaz ve tükenmez hırsı doğadaki kaynakları hızla eritiyor, ormanlar yok ediliyor, kıyılar yağmalanıyor, denizler, göller, akarsular hızla kirletiliyor, balıklar tükeniyor, İnsanlar topraktan koparılıyor, tarım, hayvancılık hızla azalıyor…

Çevreye ve atmosfere zarar veren gazların, özellikle atmosferdeki sera gazı yoğunluğu iklim değişikliğine yol açıyor ve yaşanacak başka dünyamız olmasına rağmen yaşam alanlarımız hızla yok ediliyor…

Dünya nüfusunun kontrolsüz ve çılgınca artışı, sanayileşme, doğal kaynaklar üzerinde baskılar oluşturuyor ve had safhaya ulaşan çevresel problemler insanlığın yaşamını, gıda güvenliğini tehdit ederken doğadaki kıt kaynakların tükenme sürecini hızlandırıyor…

Ve bunun doğal sorucu göçmen sorunu alabildiğine büyüyor, geri kalmışlığın kullanıldığı etnik ve dinsel savaşlar(mezhep savaşları)bizi de etkiliyor. Nükleer santrallerde oluşan kazalarda ortaya çıkan radyasyon sınır tanımıyor. 
       
Bir virüs sınır tanımıyor bütün dünyayı altüst ediyor.

Nükleer denemeler, küresel ısınma depremleri tetiklerken, tsunamiler oluşuyor ve kıyı kentlerini sınır tanımaksızın yerle bir ediyor.

Tabiiki bütün bunlar yaşanırken sınırlarının içine kapanmak mümkün mü? O halde gelin hep birlikte bu büyük ortak vatanımıza, dünyamıza sahip çıkalım.

Bir Kızılderili atasözü yıllar öncesinden uyarır gibi bizleri;”Hayvanlar olmadan insanlar nedir ki? Eğer bütün hayvanlar kaybolup giderse insanoğlu büyük bir ruh yalnızlığı içinde ölecektir. 

Hayvanlara ne olduysa insanlara da aynısı olur. Yerkürenin başına gelen, yerkürenin çocuklarının da başına gelecektir. İnsan tabiattan uzaklaştıkça kalbi katılaşır.”

1900 lerde ne demişti ünlü şairimiz Teyfik Fikret;”Yeryüzü vatanım, insanlık milletim.”

DÜNYA VATAN, VATAN DÜNYADIR...