Sarıkamış, çocukluğumun geçtiği, ortaokulu okuduğum güzel bir kasabadır. Kışın turizme açılan kayak tesisleri, Ruslardan kalan ve halen ordumuzca kullanılan tarihi binaları ve Birinci Paylaşım Savaşı sırasında yaşadığımız felaketin geçtiği yer olarak hatırlarım.
Tarihteki önemli olayları unutmamak gerekir. Gençliğe geçmişi öğretip ona göre geleceği kurmalarını öğütlemiş oluruz. Bunu yapıyoruz ama bu işte bir tuhaflık sezmeye başladım.
Son birkaç yıldır Sarıkamış, Sarıkamış felaketi ile öne çıktı ve bu felaketi âdeta “kutlar” hale geldik. Artık sıradan törenlerin ötesinde dramatik sahneleri yüreklerimiz burkularak izliyoruz. Donan şehitlerimiz için ağlıyoruz. Öyle ki “bir daha savaşa tövbe” diyecek oluyoruz.
Ninem, alışılmadık gelişmeler olduğunda “hayırdır inşallah” derdi. Ben okuyucuya “bayram olmadığı halde eniştenizin sizi niye öpmeye çalıştığını” sorgulamalarını öneriyorum. Eleştirici düşünelim; sorular soralım.
Osmanlı, birinci emperyalistler arası paylaşım savaşına yaklaşık 2,5 milyon (iki buçuk milyon) kişilik dev bir orduyla girdi. Sakarya Savaşında elimizde kaç askerimiz kalmıştı? Kayıpların ne kadarı cephede şehit düştü, kaçı hastalıklardan? Eğer anlatılmak istenen “savaşamadan donarak ölmek” ise diğer cephelerde mikrobik salgın hastalıklardan ölenler de aynı durumda değil mi? Donmaya önlem alınabilirdiyse, hastalıklara karşı alınamaz mıydı?
Savaşta kayıplar sadece cephede savaşan askerler arasında olmaz; siviller de ölür ama konumuz bu değil. Savaşta askerler savaşmadan da ölürler ve bu genellikle hastalık, özellikle salgın hastalıklar yüzünden olur. Birinci Paylaşım Savaşında gerek bizim gerekse başka ülkelerin askerlerinin önemli bir kısmı, karşı ordunun silahları tarafından değil, doğal koşullar (donma) örgütlenme sorunları (iaşe ve ibate yetersizliği sonucu açlık, yetersiz beslenme, susuzluk, barınaksızlık gibi) ve hastalıklar (kolera, tifo, tifüs, dizanteri, sıtma hatta grip) sebebiyle kaybedilmiştir. Türk Ordusunun 1. savaşta hastalıklardan ölen asker sayısı ATASE arşivlerine göre 330 bin ile 387 bin arasında değişmektedir. Yabancı kaynaklarda bu sayı daha yüksek verilmektedir. Askerlerin hastalıktan veya donarak ölmesi sadece bize özgü değil, diğer ordular için de geçerlidir ve Avrupalı ordular da birinci savaşta hastalıklar yüzünden büyük kayıplar vermiştir. Bu konuda araştırmacılar, Hikmet Özdemir’in “Salgın Hastalıklardan Ölümler 1914-1918” Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2005, adlı kitapta bir hayli malûmat bulacaklardır. (Geçerken soralım; İkinci Dünya Savaşına girmediğimiz halde açlık ve bit yüzünden kaybettiğimiz asker sayısını merak ediyor musunuz: Yaklaşık 53 bin)
Diğer cephelerde ölenler bizim çocuklarımız değil miydi? Sarıkamış’ta ölenlere bu ilgi, hem de gecikmiş bu ilgi nereden kaynaklanıyor?
Enver Paşa’yı mahkûm etme girişimi mi? Bilen, bilmeyen Enver Paşa’ya saldırıyor! Enver Paşa büyük düşünüyor ve büyük Türkiye istiyordu. Küçük Türkiye isteyenlerin büyük adamları sevmemesi olarak mı anlamalıyız yoksa? Eğer Türkiye’nin etrafındaki ülkelerin Türkiye ile ilgili sınır sorunları varsa, Attila’yı dinlemek gerekmez mi? O der ki, “eğer sınırlarınızda sorun varsa bunu gidermenin yolu, sınırları genişletmektir!” Neden Enver Paşa’nın sorunsuz sınır istediği düşünülmez?
Sarıkamış üzerinden Enver Paşa’ya (aslında projesine) saldırmak, toplumun Batının maskesini yeniden düşürdükten sonra Doğuya açılmasını engellemek için olabilir mi? “Doğuya dönersen başını duvara çarparsın... Batıdan başka yolun yoktur” mu denilmek isteniyor?
Konunun gündeme getirilmesinin bir başka yönü daha var. Türkiye’nin etrafındaki haritaları yeniden çizme niyetleri uluorta söylenirken, adı ne olursa olsun yıllardır terörle boğuşurken “Mehmetçiğe acıma” duygusunun geliştirilmesi ne anlama geliyor ve nasıl sonuçlanır? İlişik düşünmek için Sorosçuların şehitlik ve gazilik kavramlarını kaldırma girişimleri ile de bağ kurmayı öneriyorum.
Askerlik ölümü göze alarak gidilen yerdir. Elbette kimsenin ölmesi ve acı çekmesi hatta savaşların olması dilenmez ama ne yazık ki, hür ve bağımsız yaşamanın bedeli ağırdır ve bu millet vatan için ölmekten korkmaz. Bu ulus, gençlerini vatanı için kurban olsun diye kına yakarak, toya, düğüne gider gibi davul zurna ile askere gönderir.
İnsanlık idealleri ve toplumsal üst amaçlar için kendini feda etmek uygar bir davranıştır. Bireyci Batı mantığıyla buna bakarsanız kavrayamazsınız. Mehmetçiğin cephede ölmesini istemeyenler, ülkeyi iri ve diri tutarak düşmanı caydırmalıdırlar; Mehmetçiği değil!
Hatırlatmakta yarar var; Sarıkamış harekâtında ordumuz Sarıkamış’a girmiştir. Dahası, aynı ordu 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandığında, Bakü’de idi! Tekrarlamama gerek var mı? Kar ve don trajedisi anlatanlar hikâyenin devamındaki yiğitliği ve başarıyı neden anlatmıyorlar? Zaferleri değil de hezimetleri öne çıkaran toplumlar akıl sağlığını koruyamazlar.
Bitirirken Sarıkamış, Çanakkale, Galiçya, Kut-ül Amare (nedense hiç sözü edilmiyor, zamanın süper devleti İngiltere’nin Irak’taki ordusunu karargâhıyla birlikte teslim almıştık) ve daha nice yerlerde, biz onurlu ve bağımsız yaşayabilelim diye hayatını vatana bağışlamış olan şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. Onların boşuna ölmediğini göstermek için vatana sahip çıkma sorumluluğunu herkese hatırlatıyorum.