Yazar Mustafa Armağan’ın, Kars Valiliği’nin Sarıkamış Şehitleri Özel Sayısında, kaleme aldığı “Sarıkamış’ta Şehadet Şerbeti Başka Türlü İçilir” yazısında Sarıkamış şehitlerinin iki defa şehit olduğunu söyledi.
Armağan, “Sufiler ölmeden önce ölebilenin, yani bu dünyadayken nefesini susturabilen ve ruhunu kanatlandırabilenin “şehit” olduğuna inanırlar. Sarıkamış şehitleri işte bu yüzden iki defa şehittirler.” dedi.
Şehadet şerbetini içmekten bahseden Armağan, “Dünyanın başka bir dilinde dini veya vatanı uğruna ölmek, bir yudum şerbet içer gibi algılanıyor mudur acaba? Hiç zannetmiyorum. Türkçe’nin bu müthiş buluşu, kendi başına üzerinde durulmayı fazlasıyla hak ediyor bence.” Diye devam eden yazısında şu ifadelere yer verdi:
Düşünelim bir an: Şehitlikte ölüm nasıl bir halet-i ruhiye ile karşılanıyordur ki, onu içmek gibi hayatiyetini sürdürmekle ilgili bir fille anlatmayı tercih etmişiz. Bu dünyayı terk ediş anı, lezzetli bir içeceği yudumlamakla anlatılabiliyor ancak dilimizde.
Şahadet şerbeti… Seni o kadar iştahla içmiş olan bu milletin diline yakışmayacaktın da, hangisine yakışacaktın ki?
Bu şerbetin bin türlüsü vardır.
Pusuya düşürülmekten tutun da, İstolni Belgrad’da susamış sekiz gazisiyle 40 bin kişilik ordunu karşısına dikilen Yahya Bey’in destanına kadar birbirine ulanır gider çarpıcı örnekler.
Murad-ı Hüdavendigar gibi bir şehidin yanında Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman gibi seferlerde can verdikleri için şehit kabul edilen sultanlarda vardır içlerinde, Bağdat’ta kelle koltukta savaşan Genç Osman da. “tek dişi kalmış canavar’a var gücüyle karşı koyan, o kadar ki, bu sırada “ölümün şahsıyla yüz göz olan” Mehmetçiğin destansı mücadelesi her yıl aynı heyecanla anlatılır, tekrarlanır.
Tekrarlanır tekrarlanmasına ama hemen hemen aynı günlerde doğuda, Sarıkamış’ta olan bitenler nedense aynı alakaya mazhar olmazlar. Neden acaba? Çanakkale’deki gibi somut bir başarı elde edilmemesi midir Sarıkamış Harekatı’nda kaybettiğimiz on binlerce şehidin ortak hafızamızdaki ihmaline sebep?
Hayır, diyorum ben, şahadet şerbeti burada başka türlü içilmiştir de ondan.
O içişiyle çok yabancıyız da ondan.
O ölüm duygusuna çok uzağız da ondan.
Burada düşman kurşunları da elbette canlar devirmiş, köpüklü kanlar sermiştir karların ak gövdesine. Burada elbette başta tifüs olmak üzere pek çok salgın hastalık kemirmiştir gazilerin bedenini sinsi sinsi. Hain eller orada da arkadan hançerlemiştir masum bedenleri…
Lakin burada ölüm bir başka türlü yaşanmıştır. Kansız, sessiz, adeta önü alınamayan derin bir uyku gibi gelip yerleşmiş ve bir daha hiç çıkmamıştır taze bedenlerden.
Donan askerler aylarca yağan karın altından bir heykel gibi sabırla beklemişler baharın gelmesini. Güneş açıp da karlar eriyince altından Mehmetçikler arkeolojik eserler gibi birer birer çıkıvermiş derler. Hala bir şey söylemek için elleri havaya kalkık, ağızları.
Yine de en feci ölüm anı bu değildir. Hangisidir, bilir misiniz?
Hani bazı ameliyatlar vardır, lokal anesteziyle gözünüzün önünde vücudunuzun bir parçasını kesip biçerler de, siz orada hiçbir şey hissetmeden seyredersiniz ameliyatı. Ameliyat gövdeniz üzerinde gerçekleşmektedir ama siz orada değil, başka bir yerdesinizdir. Beden sizin ama ruh sizin değildir artık. Yolları ayrılmıştır adeta. Ruh bir şey hissetmek ister, huzursuzdur, kaygılıdır ama beden buna hiçbir cevap vermez, herhangi bir tepkide bulunmaz.
Derler ki, belden aşağıları donan ve bu yüzden yerlerinden kımıldayamayan Mehmetçiklerin akşam üzerleri kurtlar hücum ettiğinde hiçbir şey yapamamışlar, bedenlerinin vahşi çeneler tarafından parçalanmasına seyirci kalmışlar. Vücutları hiçbir şey hissetmemiş ama ruhları tarif edilemez bir ıstırap ve azap sağanağı içinde kıvrana kıvrana şahadet şerbetini içmişler. Bir başka değişle, “Ölmeden önce ölünüz” hadis-i şerifinin sırrına mazhar olmuşlar.
Sufiler ölmeden önce ölebilenin, yani bu dünyadayken nefsini susturabilen ve ruhunu kanatlandırabilenin “şehit” olduğuna inanırlar. Sarıkamış şehitleri işte bu yüzden iki defa şehittirler.
O şerbet kadehi normalde bir kere gelir önüne insanın. Ne mutlu kendilerine iki defa kadeh sunanlara
Allahuekber Dağları, Shakespearelere ilham kaynağı olacak böyle nice trajedilere sahne oldu, 1915 Ocak’ı arasında. Onların yaşadıklarını yazamadıysak bu bizim kusurumuzdur vesselam.