Umudun intiharı

Faruk Ocak’ın kaleminden...

İnsan bir yeryüzü parçasında, bir mekân içinde yaşamaktadır. Çevresinin, kendisine zahmet çektirmeyecek fiziksel şartları taşımasını ister. İnsanın çevresini, barındığı, yaşadığı mekânları kendi rahat edeceği şekle dönüştürme gayreti en temel insan eylemlerindendir. İnsan çevresini düzenler ve inşa edilmiş çevreyi (built environment) elde eder. İnşa edilmiş çevredeki şartların bir engelli, bir yaşlı ve bir çocuk için önemi ise yetişkin ve sağlıklı bir insan için olduğundan çok daha fazladır. İnşa edilmiş çevredeki olumsuz şartlar bir kısım insanları engelleyip onların hayata ve topluma katılmalarını önleyebilir.

Hiçbir hareket koymadı bana ama anlaşılamamış olmak koydu. İnsanların böylesi hassas bir konuya bu kadar kapalı olmaları, bir takım art niyetlerle yaklaşmak istemeleri içimi acıttı. Oysa bizler önce insanız, bir yaşamı diğer insanlarla beraber paylaşıyoruz. O halde “ben” duygusunu bir yana bırakıp, “biz “ diyebilmeliyiz, öyle değil mi? Şimdi sizlere sormak istiyorum. Hayatı paylaşırken, sokakta yürürken, toplu taşıma araçlarını kullanırken, sinema, tiyatro ya da bir gösteriyi izlerken, büyük marketlerde alış veriş mağazalarında koştururken engelli bireylere neden rastlamıyorsunuz? Hiç düşündünüz mü? Yoksa bizim şehrimizde fark edemeyeceğimiz kadar az sayıda mı?

Hayır, hiç de değil! Sayıları tahminlerin üstünde, üstelik resmi rakamlar bir yana, tespit edilemeyen çok daha büyük bir kesim var. Aramızdalar, bizimle birlikteler, onlar da nefes alıyorlar, onlar da yaşıyorlar ama aslında yok gibiler… değil mi? Çünkü en modern şehirlerimizde bile kent düzenlemesi, yaşam alanları maalesef engelliler düşünülerek yapılmış değil. Sizlerin bile zor çıktığı o yüksek kaldırımlarla, o devasa merdivenlerle, o yüksek bankolarla, o dar kapılarla, o elverişsiz tuvaletlerle, o standart dışı evlerle hepimiz onları adeta toplum dışına itmiş durumdayız. Nasıl çıksınlar ki sokağa? Nasıl yaşasınlar ki sizin aranızda? Her yerde bir set, her adımda bir engel önlerine duvar misali dikilirken; sen yaşama, sen dur derken…

Aslında çok iyi niyetli, sevgi dolu bir toplumuz, ama o kadar. Birde acıma duygumuz var ki… kimseler yanına yaklaşamaz. Siz engellileri görünce gözlerinizi dikip acıyarak bakmanın, içinizden “vah vah” demenin, bu arada yanınızdakini dürtmenin dışında hiçbir şey yapmıyorsunuz maalesef. Üstelik bunları yaparken onların kalbini nasıl yaraladığınızı, içlerini nasıl acıttığınızı fark etmiyorsunuz. Evet engelliler, evet belki kolları ya da bacakları yok, belki duyamıyor, belki de göremiyorlar ama onlar önce insan, sizin toplumunuzdan, sizinle aynı haklara sahip birer birey. Sizlerin yaptığı her şeyi yapmaya, sizlerin girdiği her ortama girmeye, sizler gibi yaşamaya hakları var ama bunları yaparken kendi özgür iradeleri ile hareket etmek istiyorlar. Kimseye yük olmadan, kimseden yardım rica etmek zorunda kalmadan, kimsenin keyfini beklemeden… Kısacası onlarda en az sizler kadar özgür olmak istiyorlar. Ama maalesef sizler onlara bu özgürlüğü vermiyor, önce düşünceleriniz sonra da yaptıklarımızla onları toplum dışına tiyor, kafeslere kapatıyorsunuz. Sadece nefes almalarını yeterli sanıyorsunuz. Ve onların engelli olmanın ötesinde önce insan olduklarını unutuyorsunuz.

Arada sırada güzel girişimlerde bulunuyorsunuz elbette. Onlarla umudumuz artıyor; her seferinde acaba bundan sonrası daha mı kolay olur diye de düşünüyoruz ama hepsi orada kalıyor. Birde bakıyorsunuz ki umutla başlana her şey yarım kalmış, bir kısmı düşünceden öteye gidememiş, bir kısmı ise yapılmış ama türlü nedenlerle uygulamaya konulamamış, işletilememiş ve yerinde çürümeye terk edilmiş. İşte yine derin bir sessizlik ve umudun arada göz kırptığı süresiz bir bekleyiş…

Oysa toplum içinde maddi manevi anlamda pozitif enerjiye sahip insanların bunu diğerleri ile paylaşması daha anlamlı, daha güzel değil mi? Bu paylaşımın mutlaka maddi çerçevede olması da gerekmez üstelik. Bazı şeyleri anlamak, kabullenmek, sevgi ile yaklaşmak hayatın o zor kulvarlarını aşmamızda yardımcı olacaktır hem veren hem de alan için. Bizler bunu başardığımızda zorluklar zor olmaktan çıkacaktır. İlişkiler karşılıklıdır zaten hiçbir zaman tek taraflı kalmamalıdır, öyle değil mi? Bir takım şeyleri sadece üç beş kişiden beklemek yerine hepimiz bir bütün olarak hareket etmeli; hayatın akışına engel olmak set çekmek yerine; o akışın içine kendimizi bırakmalıyız ama el ele, gönül gönüle.

Bu konu ile ilgili olarak yapılacak o kadar çok şey var ki aslında… Benim ilk hedefim ise yurt dışında ki arkadaşlardan duyduğum, faydalarını imrenerek işittiğim ve neden bizim şehrimizde de olmasın dediğim yenilikleri kendi standartlarımıza uygun şekle getirmek ve engellilerin hizmetine sunmaktı. Onların daha insanca yaşamalarını, sizlerin arasına çekinmeden katılmalarını sağlayacak teknolojilerdi. Evlerinin dört duvarı arasına sıkışmış ruhları nefes alacak, onlarda sizler gibi yaşamın güzelliklerinden özgürce yararlanacaklardı. Geçirdikleri ağır depresyondan daha kısa sürede kurtulmalarına, daha çabuk toparlanıp hayata karışmalarına olanak tanıyacaktı. Onlara saygı duyduğunuzu, onları onlardan çok düşündüğünüzü anlatacaktı. Yurt dışı ve yurt içi bağlantılı organizasyonlar yapıldığında elimiz ayağımıza dolaşmadan, geçici çözümlerle olayı bir kereliğine atlatma çabalarına gerek kalmadan; göğsümüzü gere gere engellileri de bu toplantılara dahil edebilecektik.

Her şey bu kadar basitti aslında. Her gün gözümüzün önünde çarçur edilen ve yok yere etrafa saçılan birikimlerin sadece küçük bir kısmını ayırmak bile bu işler için yeterli aslında. Yeter ki elbirliği yapılsın, yeter ki gönülden istensin, yeter ki bir takım insanlar bu anlamlı işlerin üzerinden kendilerine bir pay aramasın. Bu konu ne zaman aklıma düşse içimde bir burukluk, gönlümde yapmak istediklerim ve engellere çarpa çarpa kırılmış hayallerim devreye giriyor. Ama umudumu hiç kaybetmiyorum, hayallerimin kırık kanatlarını her defasında yeniden sarıyor, yepyeni hayallerle zenginleştirip bekliyorum. Ve diliyorum ki gün doğmadan doğacak olan güzellikleri elimle tek tek dağıtacağım o anlamlı günler çok uzakta olmasın. Ben görmeyeyim de benden sonra gelenler görmesi içindi tek mücadelem…