Kafkas Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mükremin Özkan Arslan, Üniversiteler ve Rektör seçimleriyle ilgili, YÖK’ün koordinasyon yapısının yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini söyledi.
Üniversitenin ne anlama geldiği, işlevi ve bünyesiyle ilgili bilgi veren Arslan, “Bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip yüksek düzeyde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapan; fakülte, enstitü, yüksekokul ve benzeri kuruluş ve birimlerden oluşan bir yükseköğretim kurumudur. Ülkemizde üniversiteler 12 Eylül 1980’den sonra 4 Kasım 1981’de çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile yönetilmektedir. 12 Eylül 1980’den beri hep tartışılan bu kanun çeşitli dönemlerde ciddi değişikliklerde geçirmiştir.
Ve hatta birçok maddesi değişmiştir. Buna rağmen hala tartışılır olmaktadır. Şunu desek daha doğru olur. Artık üniversite çevresi bunu tartışmaktan bıkmış ve her şeyi kendi haline bırakmıştır. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunun amacı; yükseköğretimle ilgili amaç ve ilkeleri belirlemek ve bütün yükseköğretim kurumlarının ve üst kuruluşlarının teşkilatlanma, işleyiş, görev, yetki ve sorumlulukları ile eğitim-öğretim, araştırma, yayım, öğretim elemanları, öğrenciler ve diğer personel ile ilgili esasları bir bütünlük içinde düzenlemektir.” dedi.
Arslan, oldukça fazla yetki ve görevleri ve bunun karşısında da sorumlulukları olan Rektör seçimleriyle ilgili olarak da “Adına seçim desen seçim olmayan, atama desen atama olmayan yani hep tartışılan ve üniversitelerde büyük huzursuzluklara yol açan, üniversitedeki üretim ve performansa direkt etki eden bir uygulama biçimi ile atanan Rektör. Rektör; üniversitelerde öğretim üyelerinin (Profesör, Doçent ve Yardımcı Doçent) oyları ile belirlenen 6 profesörün YÖK’e bildirilmesi, YÖK’ünde kendi içinde yaptığı oylama ile bunlardan 3’ünü Cumhurbaşkanına bildirmesi ve bu 3 adaydan birinin Cumhurbaşkanı tarafından atanması ile seçilmektedir. İşte tüm sorunda bu seçim düzeninde yatmaktadır. Peki üniversitelerde bu süreç nasıl işlemektedir. Bilindiği gibi Rektörlerin süresi 4 yıldır. Yani her 4 yılda bir üniversiteler seçim heyecanı yaşamaktadır. Seçim öncesi bir yıl Rektörlük seçimi kulisleri ile günlerini geçiren öğretim üyeleri (hatta tüm üniversite çalışanları), seçim sonrası bir yılda atama sonrası tartışmalarını yapmaktadır. Geriye ne kaldı? 2 yıl. Bu iki yıl içerisinde ise atanan Rektörün kadrolaşması ve ekibini kurması ile nihayet üniversitede başlayan küskünler ve gruplaşmalar. Bu tablo neye yol açmakta. Üniversitede çalışan, üreten kesimin proje yapmamasına ve hatta o üniversiteden ayrılıp başka kurumlara ya da üniversitelere geçmesine yol açmakta. Bu durum ülke içinde iller ya da üniversiteler arasında beyin göçüne neden olmaktadır. Bu durum üretmeyen ve patent alamayan ve sonuçta halkın refah düzeyini artıramayan bir tablo haline dönüşmektedir. Üniversitelerde tüm tarafların performansının düşmesine neden olmaktadır.” diye konuştu.
Arslan, çözüm olarak da şunları söyledi:
-YÖK’ün koordinasyon yapısı yeniden gözden geçirilmeli.
-Rektör’lerin görev ve yetkileri azaltılmalı. Üniversite demek Rektör demektir, anlayışına son verilmeli.
-Üniversitelerde Kurullar işlemeli. Üniversite en alt biriminden başlamak üzere Akademik Kurulları tarafından yönetilmeli.
-Akademik personel alımı; kesinlikle merkezi yapılacak bir sınav ile (TUS gibi) yapılmalı.
-Rektörlük seçimi; kampüslerde bitirilmelidir. Yani Rektör adayı olacak Profesörler arasında seçim yapılmalı, yüzde 51 oyu alan Rektör ilan edilmeli. Aksi halde en fazla oyu alan 2 aday arasında seçim yenilenmeli ve en fazla oyu alan Rektör olmalıdır.
-Rektörler hesap verebilmelidir. Yani Rektör adayı olanlar projelerini anlatmalı ve bu projeleri için süreler vermelidir. Şayet bu projelerinde aksama olursa istifa etmeli ya da görevden alınmalıdır.
-Üniversiteler gerçekten özgür ve özerk kuruluşlar olmalı.
Üniversitelerde bu noktada 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununda çeşitli hükümetler tarafından ciddi değişikliklerin yapılması düşünülmüş ise de bu değişiklikler oldukça sınırlı kalmıştır. Ancak son yıllarda üniversite sayısının artması ile mevcut YÖK yönetimi ve siyasi çevrelerce de ciddi değişikliklerin yapılacağı dile getirilmektedir. Umarım kısa sürede ve başka bir 12 Eylül’de bu düzenlemeler yapılır ve üniversitelerin önü açılır. Aksi halde üniversiteler bulunduğu yörelerde halktan uzak, kendi içine kapanmış, üretmeyen ya da üretemeyen birer KİT olarak dev yapıları ve görünüşte güzel renkli her yıl değişen kaldırımları ve yüzme havuzları ile yaşamaya (?) devam edeceklerdir.
Sonuç olarak; Cumhuriyetimizin 100. yılına yani 2023 hedefine ülkemiz her tarafında üreten, halkın refah düzeyini artıran, ülke ekonomisine katkı sağlayan, dünya bilimine öncülük eden, dünyada saygın ve kalıcı olarak yer edinen üniversiteler olsun istiyoruz.”