Yaver Özcan, mesajında şu ifadelere yer verdi: “Dünyadaki birçok halk baharın gelişini ve doğanın uyanışını farklı şekillerde kutlar. Nevruz Bayramı doğanın, tabiatın, bütün canlıların kendisini yenilediği ve de aynı zamanda gece ile gündüzün eşitlendiği gündür. Bu nedenle Nevruz, yeni bir uyanış, yeni bir başlangıçtır. Nevruz milli bayramlarımızdan olmakla birlikte, tarihi süreç içerisinde bazı dini yaklaşımların da yaşatılmasına vasıta olmuştur. Bilindiği gibi nevruz farsça bir kelimedir. Türkçe anlamı yeni gün demektir. Yeni günden maksat yeni yılın ilk günü olan 21 Mart günüdür. Nevruz adının farsça oluşuna bakarak bazı yazarlar bu bayramı İran kaynaklı saymışlardır. Fakat bu doğru değildir. Türkler bu bayrama yengi kün, ergen kün, yeni gün gibi adlar vermişken İslami dönemde İranlılardan nevruz adını öğrenmişler ve onu kullanmaya başlamışlardır. Gerçekten de biz daha M.Ö. VIII. Yüzyılda Hunların 21 Mart tarihinde kırlara çıktıklarını beraberinde hazır yemeklerde götürdüklerini ve burada çeşitli sporlar, müzikli oyun ve eğlenceler düzenlediklerini, birlikte yemek yediklerini bahar başlangıcı da sayılan yeni yılın gelişini kutlayarak eğlendiklerini Çin kaynaklarından öğreniyoruz. Göktürkler’de Ötüken’deki kutsal dağda baharın gelişini karşılamak için törenler ve eğlenceler düzenlerlerdi. Daha sonra aynı geleneği Uygurlar da yaşatmışlardır. Türkler, İslami dönemde bu milli bayramı devam ettirdiler. Ancak İslam öncesi gelenekleri Müslüman halka daha şirin göstermek için onu zaman zaman İslami dönemin motifleriyle de süslediler. Bu cümleden olarak nevruz bazen Hazreti Nuh’un Gemisi’nin tufandan sonra karaya oturduğu gün olarak, bazen Hazreti Yunus’un balık tarafından karaya çıkarıldığı gün olarak,bazen Hazreti Ali’nin Halife olduğu tarih olarak, bazen de yine Hazreti Ali’nin Hazreti Fatma ile evlendiği tarih olarak takdim edilmiştir. İslami dönemde nevruzun Karahanlılar’dan büyük Selçuklulara Anadolu Selçukluları ile beyliklerden İran’daki Safevi Türkmen devletine, Osmanlılardan Türkiye Cumhuriyeti´ne kadar uzanan bir tarihi süreç içinde ve çok canlı bir biçimde yaşatıldığını görüyoruz. Öyle ki söz konusu Türk devletlerinde nevruz, halk tarafından yüzyıllarca coşku içinde kutlandığı gibi saraylarda da özel törenlerle ve titizlikle yaşatılmıştır. Yine bu dönemde, nevruz ile ilgili olarak pek çok şiir yazıldığını görüyoruz. Bu şiirlere bahariye veya nevruziye denilirdi. Çeşitli Türk devletlerinde halk şairleri devlet adamları ve Şeyhülislam Yahya Efendi gibi din adamlarından başka Kadı Burhanettin, Şah İsmail ve IV. Murat gibi hükümdarların da nevruziye yazdıklarını hatırlarsak, bu milli bayramın tarihimizde ve kültürümüzde oynadığı rolün önemini daha iyi belirtmiş oluruz. Milli kültür değerlerimizin güzel örneklerinin yaşatılmasında önemli rol oynayan nevruz, cumhuriyet döneminin başlangıcında da Türkiye’de resmen kutlanmıştı. Bu cümleden olarak, cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Atatürk, 21 Mart 1922 de Ankara’da nevruz şenlikleri düzenletmiş ve bu şenliklere kendisi de katılmıştı. Böylece, Osmanlı Devletinin son zamanlarında tavsamış olan nevruz kutlamaları, kendilerine (milliciler) de denilen Atatürk ve arkadaşları tarafından milli bir motif olarak ele alınıp değerlendirilmiş ve bu yaklaşım 1926 ya kadar sürdürülmüştür. Ancak bir yandan nevruzda yaşatılan geleneklerin hıdrellez, Manisa mesir şenlikleri, Söğüt Yörük Bayramı ve hatta 1 Mayıs bahar bayramı gibi değişik etkinliklere taşınması bir yandan da hızla değişen sosyal ve ekonomik şartlar dolayısıyla nevruz giderek eski önemini kaybetti. Bu milli bayram ancak doğu güneydoğu ve orta Anadolu’nun bazı yörelerinde yaşatılır durumda kaldı. İşte bu durumu fırsat bilen bazı dış mihraklar doğu ve güneydoğudaki soydaşlarımızın yaşatmaya devam ettikleri nevruzu, Türk kültüründen ayrı bir kültürün ürünü gibi göstermeye çalıştılar. Amaçları bu yolla bizi bölmek idi. Fakat milletimiz bu oyuna gelmedi. Türkiye’nin birçok bölgesinde üzeri iyice küllenmiş bulunan ‘nevruz ateşini’ son beş altı yıl içinde yeniden yakmayı başardı. Böylelikle nevruz’un, ayrı kültürün, ayrı etnik kimliğin ürünü değil; bunun tam aksine aynı kültür kimliğinin, aynı etnik kimliğin ortak bir değeri olduğu açıkça görülmüş oldu.
Anadolu’dan orta Asya’ya, Kafkaslardan Ortadoğu’ya kadar çok geniş bir coğrafyada kutladığımız nevruz bayramı’nın “birlik ve dayanışmamıza güç veren” bir gün olarak kutlanmasını diliyoruz. Nevruz tabiatın rahmetidir. Nevruz, bolluk karşısında duyulan heyecandır. Nevruz, bereketin selamlanmasıdır. Nevruz ateşine yüreklerini koyan atalarımız, aslında zamanın içinden bize bir nasihatte de bulunmaktadırlar: “nevruzun rahmeti, birlik ve beraberliktedir.” Bize birlik ve beraberliği hatırlatan bu ata nasihati, sonsuza kadar canlı tutulacak ve unutulmayacaktır. Daha 3 gün önce 18 Mart’ta Çanakkale’de “bir hilal uğruna batan güneşleri,” şehitlerimizi andık. Vatanımızın her köşesinden, doğusundan batısından, kuzeyinden güneyinden “düğüne gider gibi” şahadete gidenler, orada koyun koyuna, hep birlikte yatıyorlar. Bu büyük ecdat, Çanakkale’de nasıl bir arada savaştıysa, nasıl bir arada şehit olduysa bugün onların torunları da bir arada kardeşçe yaşamak ve birlikte geleceğe yürümek zorundadırlar. Nevruz ancak böylesine bir ortak tarih, ortak mücadele ve ortak gelecek kabulüyle anlamlı ve bereketli olacaktır. Sonuç olarak, yakılan nevruz ateşlerinin sıcaklığının, bütün milletimizin kalplerini ısıtmasını diliyorum. Ülkemiz, bütün Türk devletleri ve toplulukları, İslam âlemi ve insanlık için hayırlara vesile olması dileğiyle nevruz bayramınızı tekrar kutluyor, sevgiler ve saygılar sunuyorum.”