YGS Köprüsü
Prof. Dr. Yavuz ÖZTÜRKLER’in Kaleminden…
Bugün gazeteler yine yanı başımızdaki bir gencimizin intiharını “YGS intiharı” diye manşetlerden verdi…
Ünlü şair Ümit Şair Oğuzcan, oğlu Vedat’ın intiharı ile belki de dünyanın en acı şiirlerinden birini yazmıştı. Her kelimesi yakıp kavuran uzun ve içli şiirinin bir bölümünde şöyle der:
“6 Haziran 1973
Pırıl pırıl l bir yaz günüydü
Aydınlıktı, güzeldi dünya
Bir adam düştü o gün Galata Kulesinden
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu
Bir adam düştü Galata Kulesinden
Bu adam benim oğlumdu “
İntihar eden gençlerimiz sıradan değildir. Her biri geleceğimiz için başlı başına önemli bir değerdir. Bunun yanı sıra oğuldur, kızdır, kardeştir, torundur ve dünyadaki biricik ciğerparelerdir.
Bu intiharlar aile bireylerini de derinden sarsmakta ve asla bitmeyecek aile dramlarını da beraberinde getirmektedir.
Gençlerimizi her şeye rağmen yaşanması güzel olan bu hayattan kopararak, intihara sevk eden ana neden veya nedenler nelerdir? Olayın sosyal ve ekonomik boyutları enine boyuna tartışılmalıdır.
Bir bireyin anne karnından gençlik çağına kadar yetiştirilmesinde, bu ülkenin olanaklarından yararlanan herkesin sorumluluğu vardır.
Bu sorumluluğun en fazla payı özellikle ülkeyi şimdiye kadar yönetenlerindir…
Gençliğin enerjisi doğru yönlendirildiği takdirde yükseltmeyeceği ülke ve ülkü yoktur.
Gençliğin içinde bulunduğu manzara hiç de iç açıcı değildir.
Dizilerle, magazin haberlerle, yapay kahramanlarla, içi boş rol modellerle genç beyinler sürekli doldurulmaktadır…
Kalıcı dersler aşılayan, doğru moral ve motivasyon veren kaç dizi veya film vardır?
Güya sigara ve argo sözler saklanıyor, diğer taraftan entrika, erotizm, şiddet, aldatma ve kısa yoldan güç ve şöhret üzerine oturtulmuş filmlerdeki yozlaşmış insan ilişkileri en mahrem noktalarına kadar toplumun önüne seriliyor…
Klasiklerden türetilen güzelim eski Türk filmleri bile çarpıtılarak günün koşullarına göre ayarlanıyor…
Şiddet her yerde kol geziyor, hatta çizgi filmlere kadar indi…İşaret ve uyarılarla bunun önüne ne kadar geçilebiliyor?...
Birçok dizinin tanıtım fragmanlarını izlemeye bile mangal gibi yürek ister…
Filmlerin ve dizilerin kaçının içinde, tarih, kültür, felsefe ve edebiyat vardır?
Sihirli camlardan sızan yaldızlı hayatları konu alan veya tamamen kendi fikrini dayatan tek yanlı programlar gençliğin tüketme arzusunu kamçılayarak gerçekçi ve bilimsel düşünebilme yetisini kırıyor.
Sonunda olanaksızlıklarla ve ümitsizliklerle dolu dünyasında tek başına kalan gençlik sığınacak limanı kalmayınca daha da bocalıyor ve bunalıyor…
Birçok açıdan zayıflayan gençlik kendine tüketim pazarları arayan yaldızlı ve çılgın dünyanın acımasız fanusunda boğuluyor…
Ailesel dramı olanlar bu kuşatmaya çok fazla dayanamıyorlar, hemen pes edip yanlış yollara başvurabiliyorlar…
Gençliğe her taraftan “ŞAH” çekiliyor…
Bu “şah”lardan biri de YGS’dir.
Birçok gelişmiş ülkede öğrencinin geleceği sadece bir sınava bağlanmıyor. Örneğin Japonya’da öğrenci günlerce değişik amaçlı sınavlara giriyor. Bazı ülkelerde merkezi sınavın yanında Üniversite’ler ayrıca sınav yapıyorlar. Ülkemizde kargaşa, torpil ve adaletsizlik endişesiyle uzun yıllardan beri üniversitelere merkezi sınavla öğrenci alınıyor. Ancak öğrencinin psikolojik, sosyal, kültürel birikimi ve doğuştan getirdiği yeteneklerinin yanında, 7 yaşından 17 yaşına kadarki süreci ölçülmeden her şey YGS köprüsüne bırakılıyor. Bu yapılırken bölgesel gelişmişlik farklılıkları da dikkate alınmıyor, YGS köprüsünün bu tarafında kalan çaresizlerin durumları değerlendirilmiyor… Oysa YGS umutla geçilmesi gereken bir ölçme ve değerlendirme geçidi olmalı,“hayat memat” köprüsü olmamalıdır.
Merkezi sınav yöntemi, belki ülkemiz koşullarında iyi bir formül olabilir. Ancak gençliğin önünde hayatını kazanmak için başka seçenekler olmazsa YGS sonuçları gençler için ağır bir kabusa dönüşebiliyor. Bu nokta çok iyi düşünülmeli ve gençlerin geleceğe dönük umut seçenekleri artırılmalıdır.
Gençleri içlerindeki gizli yangınlarla, düştükleri kaoslarla ve umutsuzluklarla baş başa bırakamayız…
Onlar “MAT” olmadan onları bu noktaya getiren sebepleri ortaya çıkaracak araştırmalara hız verilip, akla ve bilime dayalı yeni sosyo ekonomik politikalar üretilmelidir…
Aksi takdirde gençliği ihmal etmek bir “bumerang” gibi geri dönebilir…
Not: 19 Ocak 2010 tarihli “Fanustaki Gençlik” adlı yazımdan alıntılar yapılmıştır.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.