
Yıldırım Öztürkkan'ın kaleminden ; "Zamanın Ötesinde : ANI"
Yıldırım Öztürkkan / Araştırmacı Yazar - Fotoğraf Sanatçısı
Efsane değil, gerçek; yum gözünü bak !
Sessiz ve derin bir etkiyle yüreğimde iz bırakan şehir : Anı
akıp giden zaman, alıp götürmüştür ; “Mekânın ruhu”nu Anı’dan…
Sadece zamanın değil mekânın da menkıbesi vardır. Hatta mekânın menkıbesi zamanı kuşatır ve belirler. Anı ile ilgili onlarca masal, hikâye, türkü ve efsane mekânla doğrudan alakalıdır. Görsel anlamdaki farklı kaya şekillerine peri bacaları denilerek perilerle ilgi kurulması da sözünü ettiğimiz gerçeklikle ilgili.
Nitekim bölgeyi gezmeye başladığınızda bir rüya âleminde gezdiğinizi düşünürsünüz. Gezdiğiniz her vadi, sanki anlam dünyasında ayrı bir derinlik, çıktığınız her tepe ruh dünyanızda bir zirvedir. Anı hikâyesi anlatılırken, Ağrı dağı ile birlikte anlatılır. Kimine göre Anı, Ağrı dağının derdinin, ateş selinin, rüzgârının hüznü, ağıdı ve türküsüyle birleşmesinden ortaya çıkmıştır. Kimine göre Anı, Ağrı dağının acısının, gözyaşlarının tecellisidir/yansımasıdır. Kimine göre ise Anı Ağrı dağının sevinci, coşkusu, eseri ve sanatıdır…
Sonuç ne olursa olsun Anı gerçekten bir masal, bir türkü, bir efsane, bir sanat eseridir. Bir ömrün bile sığmayacağı düşler ülkesini, üç saatte gezmiş birine biz nasıl anlatalım!..
Burada günlerce hatta aylarca kalacaksın ki, dumanlı dağın dan gelen ılgıt ılgıt esen seher yellerinin ne anlatmak istediğini , otların hışırtıları neden acı bir şekilde fısıldadığını ,sabahın ilk füruzan’ıyla eserlere vuran güneşle şehrin gizemini ve derinden öten guguk kuşunun neden ağladığını, havada dönüp duran kırlangıçların, sevgilisine kavuşamayan aşıkların deli divane gibi döndüklerini anlamak gerekir.
Bir zamanlar sokaklarında kralların gezdiği, kiliselerde çanların çaldığını ilahilerin okunduğu minarelerden ezan sesinin geldiği, sinagoglarda hazzan ve tapınaklardan ateşin yükseldiğini, köşe dükkanda demircinin demir dövdüğünü, lavaş fırınlarından dumanların çıktığını, bezir yağlı meşalelerin sokakları yol boyunca aydınlatmasını, sesizlik kulelerinde akbabaların bağrıştığını, otlaklarda kuzuların meleştiğini, çobanın sürülerine yanık nağmeler çaldığını, mütevazi, kaprissiz, kendi halinde zarif, üstelik dikensiz bir çiçek papatyaları…
Bunları anlamayan, askerlerin kulelerde nöbet değiştirdiğini okçuların kule mazgallarından düşmana ok ve mızrak yağdırdığını, pazar yerlerinde esnafların bağrıştığını ,deve kervanlarının boynundaki zil sesini, kartalların yükseklerden avını süzdüğünü, Arpaçay nehrinde martıların çığlıklarını, gece baykuşların sohbetlerini, yarasaların sessizce avını kovaladıklarını, güvercinlerin taklalar atarak yere süzülüşlerini ve güvercinlikleri, kazların bostanlar deresindeki kanat çırpmalarını, yılkı atlarının yavrusunu emzirdiğini, keçilerin bostanlar deresinde ağaçlara tırmandığını,buradaki kayısıların baldan tatlı olduğunu, naranciye haricinde her şeyin yetiştiğini,üzümlerin bölge insanının gözünden daha kara olduğunu, şöyle bir kaya üzerine oturup bütün ihtişamı ile Elegez /Alagöz dağının karlı zirvesini , şansınız varsa Ağrı dağını,kekik kokan tarlaları,parsel parsel sürülmüş tarlaları veya öbek öbek ot balyalarını,kekirelik vadisini,mağara önlerinde tezek galaklarını,iç kalede saraydan etrafı kolaçan eden ve kız kalesi eteklerinde has bahçeye inip şarkı söyleyen genç kızları, nasıl anlayacak…
Bezirhanelerden gelen yağ kokusunu ve değirmenlerden gelen taş uğultularını, Arpaçay nehrinde umutla bekleyip balık tutmaya çalışanları, kayıkla gondol sefası yapan gençleri, camii’nin penceresinden bakıp, köprüden deve kervanlarıyla gelip gidenleri, vadilerde gezmeden, şelalelerde yıkanmadan Çırçırdan ve Dumanlı Güllüce den gelen suyu kana kana içmeden,harman yerini, köye giren nahır sürüsünü, deve hanını ,yedi direkli mağarayı,gider gelmezleri, mağaralardaki yüzlerce spilosların işaret ettiği gerçeğini ve ne terennüm ettiğini duymadan,hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanların kuyu ve çeğil mezarlarını Malkas kayalıklarında değirmen taşlarının yapımını,Arpaçay nehrinin bir yılan gibi kıvrılarak gidişini Kozluca ve Söğütlüden gelen küçük ırmakların Arpaçay’la buluşmasını,ipek yolunda kervana yol gösteren kayaları ve kayaların arasından geçen dar sokakları, koskoca bir kente çöken hüznü,gece sırt üstü uzanıp yıldızları ve Samanyolunu izleyipte kayan göktaşında dilek tutmamışsan,Tığ tepeye çıkmadan ve Anı yı oradan görmeden gezdiyseniz; desene siz Anı’yı hiç gezmemişsiniz / gezdiklerinizi de anlamamışsınız!..
AÇ GÖZLERİNİ, Varsın yaz biterse bitsin, sıcak bir kış getir bana. Bu kentten, sayısız seyyah, gezgin ve bir o kadar da meraklı turist geldi, geçti… Hepsi olmasa da pek çoğu ona kendi hikâyesini anlatan bu şehir için kısa kısa yazılar kaleme aldı…
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.